Fevzi YETKİN Yazdı: İhtiyaçlara Dönük Yeni Bir Eğitim Sistemi Tasarlamak

İhtiyaçlara Dönük Yeni Bir Eğitim Sistemi Tasarlamak

Fevzi YETKİN Yazdı: İhtiyaçlara Dönük Yeni Bir Eğitim Sistemi Tasarlamak
19 Mayıs 2019 - 10:29 - Güncelleme: 24 Kasım 2019 - 15:44

İhtiyaçlara Dönük Yeni Bir Eğitim Sistemi Tasarlamak[1]

Fevzi YETKİN*

Eğitim modern hayatın temel dinamiklerinin hemen hepsini içinde barındıran önemli bir kavram. Eğitim her devirde kafa yorulan, daha iyiye götürülmek istenen bir mesele. Meselenin künhüne(özüne), mebdeine(başlangıcına) dair birçok soru sorulabilir ama belki de en hayati soru “Eğitimden beklenen nedir?”.

“Eğitimin kazanımları olarak tek tek bireylerde ve genel olarak toplumda neler görmek isteriz” sorusunun cevabı da ilk sorduğumuz soruda gizli. Sorunun sarih olduğu gibi cevabın da sarih olması gerekir. O yüzden kavramların bilinir, anlaşılır, o konuda gerçekten kullanılabilir, yerli yerinde olması gerekir. Sadece akademik bir hava verebilmek gayesiyle zorlama terimler, vitrin albenili sözcükler hiçbir yaraya merhem olmaz, bilakis yenilik kelimelerde değil düşüncededir, fikrî plandadır. Kullanılan terimler, kavramlar bu işin mutfağında olan öğretmenlere bile uzaksa o zaman yaşayan bir dil kullanılmıyor, sadece bir çeşit illüzyona başvuruluyor demektir. Hâsılı hakikaten bir çözüm mü istiyoruz yoksa zevahiri kurtarmak mı muradımız?

Hepimizin bildiği gibi eğitim bireyi evrensel ahlak ilkeleriyle tanıştırmanın, değerler eğitimi vermenin, somut/soyut düşünce düzleminde ilerlemenin, kavramsal temelli düşünme, sanat zevki verme, dil şuuru oluşturma, toplumsal yaşama ve devlet düzenine uygun yaşamanın yanı sıra keşfeden, arayan, araştıran bir insan hüviyetine kavuşturmayı amaçlar. Buraya kadar her şey normal seyrinde lakin bir hususiyet peyda olur; bu unsurların hepsinin aynı ölçüde gelişmesi veya geliştirilmesini arzu eder miyiz yoksa bazıları daha baskın şekilde verilirken bazıları daha cılız bırakılmasını mı tercih ederiz?

Ahmet Hamdi Tanpınar Huzur adlı romanında “(…) Hâlbuki Türkiye yalnız bir şey olmalıdır; o da Türkiye. Bu ancak kendi şartları içinde yürümesiyle kabildir. Bizim ise elimizde adetten ve isimden başka bir şey, müsbet bir şey yok. Cemaatımızın adını biliyoruz, bir de nüfus ve vatan genişliğini... (…) Sıkı bir nüfus siyasetine, sıkı bir istihsal siyasetine başlamamız lâzım. Öğretme ve yetiştirme işleri için de aynı zaruretlerle karşı karşıyayız. Bir takım mekteplerimiz var; bir çok şeyler öğretiyoruz. Fakat hep eksik olan bir memur kadrosunu doldurmak için çalışıyoruz. Bu kadro dolduğu gün ne yapacağız? Çocuklarımızı muayyen yaşlara kadar okutmayı âdet edindik. Bu çok güzel şey! Fakat günün birinde bu mektepler sadece işsiz adam çıkaracak, bir yığın yarı münevver hayatı kaplayacak... O zaman ne olacak? kriz... Hâlbuki maarifi istihsalin yardımcısı yapabiliriz ve dahilî eşanjı arttırabiliriz.[2] der. “Nasıl Bir Okul, Nasıl Bir Ortaöğretim?” sorusunun cevabı ele aldığımız tüm bu soruların ve sorunların çözümleri ve cevapları ile mümkündür. Bu pek zor bir mesele olarak görülüyor; çok pratik bir çözümü de olmamakla birlikte zannedildiği kadar zor ve girift de değil. Öncelikle eğitim sistemimiz ithal kumaştan dikilen pahalı kıyafetler gibi olmak zorunda değil; yerli, milli ve bizi yansıtan olabildiğince net ve şeffaf bir eğitim anlayışı benimsenmeli. Kısaca bize özgü ve özgün bir sistem bulunmalı. Hiçbir basamağında acele etmeden olabildiğince küçük parçalar halinde ve sağlam temeller üzerinde ilerleyen bir sistem olmalı. Daha sonra eğitim kademelerindeki çeşitlilik daha fonksiyonel olmalı. Okul türleri amacına uygun hizmet etmeli. Bu gerçekleşmezse bir yarar sağlamayacağı göz ardı edilmemeli. Ülkemizde yükseköğretim öyle bir vitrine konuyor ki amaç sadece bu kademeye geçişi sağlamak. Yönelten de yönlendiren de yeter derecede bir hedef saptamıyor, ihtiyaç analizi yapmıyor. Revaçta olması, kazancı, kariyer basamağındaki durumu o kadar önemli hale getiriliyor ki “ben yeterli miyim, seçtiğim alan bana faydalı mı” diye düşünülmüyor. Herkesin üniversite okuduğu bir ülke gelişmiş ülke midir gerçekten? Sanayi ülkelerini, gelişmiş toplumları gerçekten yükseköğretim okuma oranının yüksekliği mi bu noktaya taşıyor? Ortaöğretimden mezun olup üretmeye çalışmak ya da işveren olarak sağlıklı bir katkıda bulunmak, ara eleman, nitelikli iş gücü yetiştirmek, bunlar yeterince önemsenmiyor.

Mucit, keşşaf, sanatsal kabiliyeti üst düzey olan öğrencileri seçebilecek, analizi yapacak çapta öğretmen yetiştirilmiyor. Öğretmen yetiştirilirken bilgi hazinesi, ezber makinesi; göreve başladığında rehber, mürebbiye, duygularından özellikle stres vb. olumsuz her şeyden arınmış bir modern çağ dervişi olması isteniyor. Öğrenci her hal ve şartta haklı bir müşteri edasına büründürüldü. İstediğinden, sahip çıkabileceğinden fazla imkâna ve ilgiye gark edilen bir öğrenci acaba eğitim kademelerinde çaba göstererek kendini gerçekleştirebilir mi? Hiç sanmıyorum. Bir ülke, bu ülkede bir eğitim sistemi düşünün ki eğitimde mutfakta çalışan öğretmen tüm paydaşlardan daha az eğitime, sistemin kurulmasına yahut değiştirilmesine etki etsin. Sayıp döktüklerimiz görüldüğü üzere çok çeşitli ve yönlü sorunlar. Biz ise bunu tek bir formül tek bir reçete ile çözmek istiyoruz. Sağlık sorunları tedavi edilirken tek bir ilaç nasıl çoğu zaman yetersiz kalıyor ise eğitim sistemi kurulurken de yegâne bir kurtuluş reçetesi bulmak mümkün değil. Olabildiğince farklı görüşten, farklı yaşam tarzından eğitim düzeyinden çeşitli yollarla elde edilecek veriler ışığında ve mümkünse birçok eğitim sisteminin bize uyan yönlerinden de faydalanarak bize özgü, bizim toplumsal genetiğimize uyacak onu geliştirecek şekilde bir sistem kurulmalı. Tüm bu çalışmalar aceleye getirilmeden mümkün mertebe gönüllü, azimli, istekli kişilerin katkılarıyla hantallaştırılmadan, sekteye uğramayan bir süreç içerisinde yapılırsa çok daha güzel bir yaşam bizleri bekliyor. Her şey kökünden düzelir, asla sorunla karşılaşılmaz diye tozpembe bir tablo çizmek niyetinde değilim. Sadece mevcut halden daha iyiye ulaşacağımıza eminim.

Güven duyulan, öz güveni arttırıcı, sağduyunun, iletişimin üst düzey olduğu, kendini ve içinde yaşadığı toplumu anlayan, notların/akademik başarının kutsanmadığı, öğrencinin kendi ilkelerini, hayata karşı duruşunu kazandığı, üretkenliğe yöneldiği bir okul yurdum insanının en çok özlem duyduğu güzelliklere hızla kavuşmasını sağlayacaktır. Bununla birlikte yaşamın olağan akışı içerisinde bireylerin karşılaştığı, birey-birey arasında, birey-toplum arasında, devlet-birey arasında yaşanabilecek tüm aksaklıkları çözüme kavuşturmada daha adil bir düzen tesisini kolaylaştırır. Bunun için de anaokulundan ortaöğretime kadar olan süreç yukarıdan beri değindiğimiz minvalde tasarlanırsa ortaöğretimde ise öğrenciye sadece bir üst basamak olan yükseköğretime geçmek değil de mevcut ortaöğretim diplomasının da ne kadar işlevsel kullanılabileceğinin rehberliği yapılırsa kalkınma, refah toplumu olma, gelişimi sürekli hale getirme yükselen bir ivme ile hep ilerler.

Hâsılı aceleye getirilmemiş, iyi planlanmış ne istediğimizi, neye ihtiyacımız olduğunu ve yaptığımız çalışmaların ne tür sonuçlar doğuracağını beraber düşünerek oluşturulmuş genelde ortaöğretim basamağı özelde ise okul bizi bambaşka bir ilerlemenin bambaşka bir yükselmenin içerisine taşır.

 

[1] Ortaöğretim okullarında görevli öğretmenler arasında “Nasıl Bir Okul? Nasıl Bir Ortaöğretim?” konulu deneme yazma yarışmasında Manisa il 1.’liği kazanan yazı.

* Celal Bayar Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yeni Türk Edebiyatı Bilim Dalı Yüksek Lisans Mezunu; Manisa Şehzadeler Mesleki ve Teknik Anadolu Lisesi, Türk Dili ve Edebiyatı Öğretmeni.

[2] Ahmet Hamdi Tanpınar, Huzur, Dergâh Yayınları, İstanbul 1986, s. 298-299.

FACEBOOK YORUMLAR

YORUMLAR

  • 0 Yorum