ZAMANSIZ OLMAK / FEVZİ ERDEN

“Öldükten sonra gireceğim yer olan mezarlıkta, beni daha fazla karıncanın beklediğini biliyorum”

ZAMANSIZ OLMAK / FEVZİ ERDEN
08 Nisan 2020 - 20:23 - Güncelleme: 14 Mayıs 2020 - 01:00

ZAMANSIZ OLMAK

  “Öldükten sonra gireceğim yer olan mezarlıkta,  beni daha fazla karıncanın beklediğini biliyorum”

  Herkesin sıkıldığı beklemek, bende tutku haline geldi. Sürekli birini bekliyorum. Gelen ise bakır renginde büyük bir tas ve içinde ekmekle yemeğim. Dilim, gelen yemeğin durumuna göre şaha kalkıyor ama, genelde yenilgiyi kabullenmiş korkaklar gibi hep kendini geri çekiyor. Çünkü işlevi olan konuşmayı son zamanlarda yapamıyor. Dilimin hareketsizlikten kilo aldığını hissediyorum. Ağzımın içinde sürekli büyüyor.Burada en çok istediğim şey, sırtımı birinin kaşıması. Duvara sürtünerek kaşınmak istesem de  tam olmuyor, sırtım yara oldu ve kabuk bağladı. Birinin gelip sırtımdaki yaranın kabuklarını sıyırmasını ve elinin ayasıyla dokunması, en çok istediğim şey.  Kapının altında ki boşluktan gelen hava ve ışık, son yıllarda hissettiğin en güzel duygulardan. Onu görünce mutlu oluyorum. Sanki bir gün birisi kapıdan değil de, bir parmak kalınlığındaki o boşluktan gelecekmiş gibi hissediyorum. Çünkü kapının açılma sesini de, açılma olasılığını da artık beynim kabul etmiyor. Çünkü o kapı, ben buraya geldiğimden beri hiç açılmadı. Gece ve gündüz kavramlarının karışmasının benim için anlamı şu; Zamansız olmak...  Zaman, herkes için hızlı geçen bir kavramdır; benim için ise o kavram, sadece sakalımdır.  Özel bölgemdeki kılların uzaması ve ağarması zamanın geçtiğine beni inandırıyor, değilse ona bile inancım kalmadı. Uyuyup uyanmanın farkı hissedilmediği bir anda kapının altında ki ışığa sebepsiz yere bakmaya başladım ve bir anda uykum geldi. Tam gözlerim kapanırken kapının altındaki o boşluktan, ışık ve hava dışında bir şey göründü. Birden gözlerim açılmış, bedenim kendime gelmişti. Sanki yıllardır burada bekleyen ben değildim. İçimde yıllardır hissedemediğim bir coşku oluştu. Siyahtan kızıla bürünen ten rengi, ayakları ve gözleri ile sanki yıllardır hayalini kurduğum ve geldiği zaman mutlu olabileceğim şeydi o. 

  Gelen karıncaydı. Girdikten sonra etrafa baktı, içeriye yarım metre kadar girdi, yukarıya baktı. Yatağımda donmuş, sanki film izler gibi karıncanın hareketlerini izliyordum. Karınca, biraz hareketsiz kaldıktan sonra tekrar çıkmak istedi ve kapıya yöneldi. Hızla yatağımdan fırlayarak çıkmasına engel oldum. Çünkü ona, bir canlıya, Allah’ın yarattığı bir şeye ihtiyacım vardı. Karıncayı yerden parmağımla aldım. Avucumun içinde, kolumun üzerinde dolaştırdım. Yere koydum. Biraz onunla vakit geçirdim, Daha sonra kendi haline bıraktım. Ne yapacak diye merak ediyordum, ama asıl merak ettiğim şey çıkıp çıkmayacağı idi. Kapının oraya geldi, kapının altından çıktı gitti. Gözlerim doldu. Yutkundum. Terk edilmiştim. Artık sürekli oraya bakıyordum ve o, bir sürü karıncayla tekrar geldi. Birine alışamamışken odamın içi karıncalarla doldu.

  Saydım, tam 17 tane karınca vardı. Rahat etsinler diye hepsini yatağın üstüne aldım. 16 tanesi yatağın üstünde kaldı, bir karınca ise yataktan inip yanıma geldi. O karınca buraya ilk gelen karıncaydı, adeta ev sahipliği yapıyordu. Annemin karınca berekettir cümlesi aklıma geldi. Biraz umutlanmıştım. Ama uzun sürmedi bu birliktelik, karıncalar yavaş yavaş tekrar kapıdan dışarı çıkmaya başladı. Gözüm ondaydı, en sona kalmıştı. Onun gitmediğini gördüm. Ona karşı içimde bir sevgi oluşmuştu. 

Onunla iyi vakit geçiriyordum. Vücuduma alıştırmıştım ve onun sayesinde buradaki en büyük hayalime kavuşmuştum. Yere yüzüstü yatıp, onu sırtıma koyuyorum ve sırtımda dolaşmasını sağlıyordum. Bu sayede sırtım kaşınıyordu. Bana göre o an için hissedilebilecek en güzel duyguydu. Hemen hemen her gün yaptırıyordum. Galiba onun da hoşuna gidiyordu.

  Bir gün sırtımdaki hareketin durduğunu gördüm. Hareket etmiyordu. Biraz titredim, hareketlenir diye, ama hareket yoktu. Sırtımda ölmüştü. Donup kalmıştım. Karınca sırtımda, uzun süre hıçkırıklara boğuldum. Sürekli ağlıyordum. Yavaş yavaş, elimle, onu incitmeden sırtımdan almaya çalıştım. Biraz uğraştıktan sonra karıncayı aldım. Onun o küçücük bedenini, bıyık ve sakalımın karıştığı dudaklarımla öptüm. Kokladım. Kapının köşesine koydum. Sürekli ona bakıyordum. Gözyaşımın akmadığını hissettim. Ağlıyordum, ama gözyaşım akmıyordu. Biraz zaman geçtikten sonra 7 tane karınca geldi, onu alıp götürdüler. Arkadaşlarının onu götürmesi beni az da olsa rahatlatmıştı. Ben burada ölümü bekliyorum artık. Çünkü ancak öldüğümde buradan çıkacağımı biliyorum.

  Öldükten sonra gireceğim yer olan mezarlıkta,  beni daha fazla karıncanın beklediğini hissediyorum ve nedendir bilinmez; sırtım eskisi gibi kaşınmıyor artık...

FEVZİ ERDEN

 

FACEBOOK YORUMLAR

YORUMLAR

  • 0 Yorum