Ergül ALTAŞ yazdı: BİZİM ŞARKIMIZ

Kadın onu gönül gözüyle görür, altıncı hissiyle duyardı. Bizim şarkımız, derdi: Seviyorum Seni …

Ergül ALTAŞ yazdı: BİZİM ŞARKIMIZ
20 Eylül 2016 - 21:49

BİZİM ŞARKIMIZ

Kadın “Erzurum dağları kar ile boran.” derdi. Sofradan su böreğini, kadayıf dolmasını eksik etmezdi.

Adam, Aydın’ın dağlarından yağ, ovasından bal akar. Lakin yok bize yedirecek lokması, derdi. Ah etmezdi. İçin için kanardı.

Dağ dağa kavuşmamış, insan insana kavuşmuştu. Konargöçer çadırlarını şehzadeler şehrine kurulmuşlardı. Kadının yüzü Erzurum’dan çok Aydın’a bakar olmuştu. Bardan çok zeybeğe vurgundu. Karı değil, kar helvasını severdi. Adam Erzurumluyu gönlünün başköşesine koymuştu. Sabah akşam, yıl on iki ay kırılmasın diye üstüne titrerdi.

Çay koyarlardı masaya biri limonlu. Kadın anlatırdı vardan yoktan, eski yeni, bazen çok komik şeyler. Adam dinlerdi. Başını sallardı. Evet, derdi. Öyle, derdi. Sen anlatsana bir şeyler, derdi kadın. Adam kâğıt kalem aranırdı. Bilmezdi başka türlü iki lafı bir araya getirmesini. Kadın tanırdı adamı ta içinden. Israr etmezdi. Adamın yerine de konuşurdu. Çocukluğuna dek giderdi. Neler neler anlatırdı. Kuşlar kanatlanırdı sesinde, çiçek açardı yüzünde. Adam dalar giderdi güzelliklere. Zamanı unuturdu. İçindeki çocukla konuşurdu.

Adam her sabah kadının ışıyan yüzüne bakıp doğrulurdu. Saçlarına tutunup kalkardı. Kadının gözlerinde oğul veren umudun bir kaçını alıp kahvaltı masasına geçerdi. Masada peynir, zeytin olurdu. Güler yüz, tatlı dil, aydınlık bakışlar olurdu. Çay da oldu mu? Başkasını aramazlardı. Adam gökyüzü gibi susardı. Coşkun ırmaklar gibi çağıldardı kadın. Irmakla gökyüzü arasında kuş gibi cıvıldardı çocuk. Gökyüzünün sonsuz dinginliğinde ırmaktan şarkılar dinlerdi, türküler devşirirdi yarınlar için. Adam bir çocuğa, bir kadına bakardı. Başka bakmağa değer bir şey bulamazdı koskoca dünyada.

Üç kişilik dünyaları kırk yılda bir dar gelecek olsa gönül evlerine, bir yerlere gidelim, derdi kadın. Adam nereye? derdi. Gurbet elde çalacak kapıları yoktu.  Hoş sıla dedikleri yerlerde de ana babalarından gayrı hep yad eller vardı. Adam, evde otursak, derdi. Olur, derdi kadın. Bilmezdi itiraz etmeği. Çay yaparım size. Hem, limon da var!

Hafta sonları evdeki sessizlik birden katmerlenirdi. Kadın parmak uçlarına basarak yürürdü. Adam bir köşeye çekilmiş olurdu. Ya okuyor, ya yazıyor. Kadın kapıdan başını uzatıp bakardı. Adam gelsene derdi; kadın, okuyorsun rahatsız emmeyeyim. Adam tebessüm ederdi. Kadın sokulurdu yanına. Bilirdi adamın, kendisinden başka bir şey okuyup yazmadığını.

Parklarda bahçelerde, sokakların orta yerinde yılın son modası aşklar sergilenirdi. Havai fişekler patlar, balonlar uçurulur, neon ışıklarıyla bilmem neler yazılırdı. Dönüp bakmazlardı. Pazara çıkarılan aşklar, gözden çıkarılmıştır ne de olsa. Bilirlerdi Leyla ile Mecnun’u, Ferhat ile Şirin’i, Kerem ile Aslı’yı. Yüz vermezlerdi. Adam Mona Roza okurdu, Hızırla Kırk Saat. Kadın adama akardı. Kırlara giderlerdi renkleri görmeye, kitapçılara giderlerdi söz seçmeye. Bir de TRT Türkü dinlerlerdi geniş medeniyet coğrafyalarında dolaşmak için.

Adam masal anlatırdı çocuklara. Adaletin yeryüzüne hâkim olduğu bir dünya kurardı sabahtan akşama. Kadın evi toplardı. Oranın buranın tozunu alıp bir tutam huzur koyardı. Bir top sevinç saçardı orta yere. Yemek yapardı. İçine sevgi koymayı unutmadan. Akşam tez olurdu. Adam, kadın bir de ortalıkta dolaşan, ele avuca sığmayan çocuk birbirine hemen kavuşsun diye.

Adam elleriyle, gözleriyle, gönlüyle hep bir şarkı söylerdi. Kadın onu gönül gözüyle görür, altıncı hissiyle duyardı. Bizim şarkımız, derdi: Seviyorum Seni …

FACEBOOK YORUMLAR

YORUMLAR

  • 0 Yorum