Ergül ALTAŞ Yazdı: 250 GRAM HELVA

Helvayı oldum olası severdi Recep. Sade, kakaolu, fıstıklı. Tatlı denilince aklına helva gelirdi. Bir de ballı ballı. Ballı ballıyı çarşıda pazarda ayaküstü yerdi, helvayı alıp eve gelirdi.

Ergül ALTAŞ Yazdı: 250 GRAM HELVA
19 Ocak 2017 - 08:37

250 GRAM HELVA

Helvayı oldum olası severdi Recep. Sade, kakaolu, fıstıklı. Tatlı denilince aklına helva gelirdi. Bir de ballı ballı. Ballı ballıyı çarşıda pazarda ayaküstü yerdi, helvayı alıp eve gelirdi.

Helva tatlı olmanın yanında ekmeğe katıktı aynı zamanda. Fırından sıcacık ekmeği alır, orta yerinden ikiye bölerdi. Karnını yarıp helvayla doldururdu. Karnı açsa, bir de hava kışsa “Bundan iyisi Şam’da kayısı!” derdi.

Dedik ya severdi helvayı. Yemeğin üzerine değil, yanında yerdi. Ta küçüklükten böyle alışmıştı. Babasıyla ilçeye indiğinde öğle öğünüydü helva. Kahvenin bir köşesine oturur, altına gazete sererlerdi. Babası Kahveciye seslenirdi. “Kardeş iki çay versene!” Çaylar gelene kadar yarım ekmeğin yarısı mideye inmiş olurdu. Kahveci “Yetiştim!” der gibi “Çaylar!” derdi. Helvayla çay sarmaş dolaş olurdu. Recep gülerdi. “Çok şükür bugün de doyduk!” derdi babası. Recep’in gözleri babasının gözlerini arar bulurdu. Öylece bakardı. Babasının kirli sakallı yüzü ışırdı. Mutluluk buydu.

Köprünün altından çok sular aktı. Recep, sırtını babasına dayaya dayaya kendi ayakları üstünde durmayı öğrendi. Eli ekmek tutmayı, gönlü aza kanaat etmeyi öğrendi. Şimdi babası yok ya yanında, boğazından geçmiyor helva ekmek. Hem çocuklar da sevmiyor alıp eve götürse. Helva da neymiş; baklava, kadayıf dururken.

Bu yıl kış çetin geçiyor Ege’de. Kar bile yağdı, iyi mi? Gece bir de don yapmaz mı? Soğuk el ayak kesiyor. Umursamıyor Recep. İşi gücü yüz üstü bırakıp öğleye doğru çarşıyı kolaçan etmeye çıkıyor.  İkinci el eşya satılan Bit Pazarı adıyla maruf çarşıda buluyor kendini. “Benim gibi zamanı geçmiş, vakitsiz eskimiş, hor kullanılmış, gözden çıkarılmış eşyalar.” diyor.  Koltukların döşemesini okşayan, masaların üstünde gezinen elleri titremiyor, göğsü daralmıyor. Gözleri mavi arıyor, kulakları çocuk cıvıltısı.

Önlerinde boya sandığı, dünyayı boş vermiş, üç çocuk bağıra çağıra akşamki maçı değerlendiriyor. Olurdu, olmazdı. Bal gibi oluyordu işte. Parayı veren düdüğü çalıyor. Maçı alıyordu.

Recep’in yaklaştığını görünce üçü birden fırçalarını boya sandıklarında tıkır tıkır oynattılar. “Boyayalım Abi!” Tabi boyayın çocuklar. Belki, beli doğrulur bu muşmula suratlının, diyor içinden. Dışından “Şimdi hanginize boyatayım. Biriniz boyayacak, ikiniz bakacak.” Dert ettiğin şeye bak abi!” dedi sıranın sonunda oturan, soğuktan yanakları al al olmuş içlerindeki en çelimsiz çocuk. “Bir sıra var aramızda. Sıra kimdeyse müşteri onundur. Kimsenin hakkı kimseye geçmez bizim aramızda.” Hay aklınızla bin yaşayın. Sıradaki boyacı buyur, dedi. Buyurdu Recep. İki dakikada ayakkabı tozundan toprağından arındı. Cilayı yiyince ilk alındığı günü hatırladı. Göz kamaştırmaya başladı. Parayı verdi, üstünü aldı. Gençleşti mi ne? Ayaklarına bir çeviklik, gözlerine fer geldi. Doğru helvacıya vardı.

250 gramlık parçalar halinde bir kilo fıstıklı helva aldı. Helvacıdan çıkıp fırına girdi. Alafı yüze varan ekmekleri hasretle kucakladı. İki sıcak ekmeği bir elinden diğerine gezdirerek boyacı çocukların yanına geldi. “Gençler aç mıyız?” Cevap yok. İstemeyi bilmeyen insanlar böyledir. İstemeden verseniz bile yüzleri kızarır. “Biz mahcup ve onurlu çocuklarız/ Başımızı kaldırıp bir bakmayız”  Recep, sever utanmasını bilen insanları. İçi daha bir kaynadı bu üç yeni yetmeye. Uzatmadı sözü. “Tutun şunu.” diye uzattı helva torbasını. Ekmekleri sırayla böldü. Karınlarını yarıp helvayla doldurdu. “Acıkan buyursun, acıkmayan eve götürsün.” dedi.

Boya sandıklarının önünde müşterilerin oturması için bekleyen plastik taburelerden birini el çabukluğu ile kendi yanına çekti yüzünde güller açan çocuk. “Buyur abi! Böyle otur.” Boya sandıklarının arkasında Nazilli Bardağı gibi boy boy dizildi dört çocuk.

Besmeleyi çekmeden doğruldu çelimsizin yanında oturan kara yağız çocuk. Ağzını açıp bir açıklama yapmadan koşar adım köşede kayboldu. Diğerleri ellerinde yarım ekmek helva öylece kalakaldı. Giden çocuk onları fazla bekletmeden kaybolduğu köşede belirdi. Elindeki tepside dört çay.

Tepsiyi, boya sandıklarının arkasında çakmak çakmak yanan gözlerin önünde bir ileri bir geri salladı. “Çaylar!”

Özlemiş bu tadı. Özlemiş güzel günleri. Özlemiş babasını. Babasıyla yediği helva ekmeğin damağında bıraktığı bal kaymak tadı.

Özlenmez mi?

FACEBOOK YORUMLAR

YORUMLAR

  • 0 Yorum