Dünya Vatandaşı Aydınlar Üzerine - Yazan: İKBAL VURUCU

Dünya Vatandaşı Aydınlar Üzerine - Yazan: İKBAL VURUCU
12 Haziran 2019 - 23:14 - Güncelleme: 18 Kasım 2020 - 22:52

Dünya Vatandaşı Aydınların Temel Özellikleri

Yakın zamanda terör ve Türk Kimliği konulu iki ciltlik “Nominalist Aydınların Soykütüğü” isimli kitabımız okuyucularla buluştu. Bu eserimiz büyük ölçüde liberal ve  İslamcı aydın merkezli bir eleştiri. Tarafıma ait olan “Nominalist aydın” kavramlaştırması, Türkiye’deki aydınların eylem ve düşünce-söylemleri arasındaki uçurumu vurgulayan bir içeriklendirmeye sahiptir. Kavramın olumlu değil negatif bir çağrışımı vardır. Bu eserimizde de vurguladığımız gibi söz konusu sorun genel anlamda bir “liberal”, “sosyalist”, “İslamcı” eleştirisi değil daha özel olarak bu ideolojilerin Türkiye’deki “mensupları” ile sınırlıdır.

Nominalist aydınlarda içkin olan bir başka olgu da “ahlaki” duruş ve “sorumluluk” boyutudur. Bu aydınlar Türk toplumunun tarihsel, kültürel ve toplumsal birikimi ve konumuna karşı evrensel nitelikli bir asgari sorumluluk sahibi dahi olamamaktadırlar. Sorumsuzluğun vermiş olduğu serbestlikten kaynaklanan ve her ağzına geleni söyleyen bir “özgürlük” kavrayışları vardır. Yani, başka bir ifade ile, “inşa”, “yapma”, “kurma”, “birleştirme” gibi nosyonlara ilgisizlik, karşı koyma gibi bir rol oynarlar ve bu yapıcı işlevleri yerine getirme konusunda sorumluluk sahibi değillerdir. “Bölme”, “ayırma”, “farklılaştırma” “yıkma” bu aydınlar için daha kolay ve makbuldür. Post-modern bir emir olarak kendilerine vazife çıkarırlar.

Mesela Türkiye’nin eğitim alanında kalıcı, yapısal, temel sorunları olduğu üzerinde kafa yormazlar. Bu konudaki icraatların uzun yıllar sonraki neticeleri planlanarak bir proje, düşünce, fikir ortaya koymazlar. Bunun yerine, andımızın, Atatürk’ün Gençliğe Hitabesinin İstiklal Marşının kaldırılması ve tarih kitaplarından Türk kimliğinin izlerinin çıkarılmasıyla eğitimde büyük reformların gerçekleşmiş olacağına ve çağın doğru okunacağına olan “inancı” tamdır. Bütün bunların büyük reformlar olarak sunulması dikkat çekicidir. Bu düşünceleri ciddi ciddi “demokratikleşme”nin ön şartı olarak anlatırlarken pratikte ne gibi bir getirisi olacağı üzerinde düşünmezler. İdeolojisiz bir eğitimi savunurlarken dünyada ideolojisiz bir eğitimin mevcut olup olmadığı üzerinde kafa yormazlar ve araştırmazlar. Sadece farklı olmak, mevcudu yıkmak, kendilerinin ne kadar “özgürlükçü” olduğunu göstermek, otoriterle karşı koyduğunu ispatlamak gayreti içindedirler.

Nominalist Aydınların Konjonktürselliği

Yıllardır hükümetin her icraatının savunucusu olan bu aydınların niye hükümeti her koşulda desteledikleri üzerinde pek çok söz sarf edildi. Bazen ciddi ciddi tartışıldı. Ama bu tartışmayı yürütenler kendileri dışındaki gruplardı.

Bu aydınlar AKP’yi sanıldığı gibi hükümetin demokratikleşme, askeri vesayeti yıkma, küreselleşmenin ve değişimin dinamiklerini doğru okumakla, AB gibi konulardaki üstün başarısı yüzünden desteklenmedi. Bir tek sebep sosyalist kökenli liberal aydınların AKP hükümetini desteklemek için meşru bir zemin oluşturmuştur. O da Kürt sorunuydu. Kürt sorunu bu aydınların “Marksistlik” ve “liberallik” dönemlerinde her zaman birinci derece öncelik taşıyan sorun alanları olmuştur. Kimi zaman silahlı mücadeleye dahi girmişlerdir. Son kertede savundukları “Türk ve Kürt milletleri” temelinde Türkiye’nin yeniden dizaynı ve sonuçta bağımsız bir Kürdistan. İşte AKP’nin veya diğer hükümetlerin desteklenmesi bu koşula bağlıdır. Demokrasi, insan hakları gibi ilkeler hiçbir zaman bu aydınlar için merkezi bir önemde olmadı. Daha doğrusu içselleştirilemedi. Bu Kürt sorunu savunusunun kökenleri de belirttiğimiz gibi konjonktür gereği Marksist oldukları dönemden gelen bir “büyük dava”ydı. Aslında bu aydınlar hiçbir zaman değişmemişti. Aynı “düşünce kalıpları” sadece kavramsal bir değişime uğramıştır. Yani, önceden Marksist olan jargon liberal jargonla yer değiştirmişti. Yani dün solcu bugün liberal oldukları falan yoktu. Aslolan konjonktürün aydını olmaktı. Amaçlarını gerçekleştirmek için gelen her iktidarla içli dışlı oldular. Kimi zaman Özalcı, kimi zaman Çillerci, kimi zaman Erbakancı ve şimdi de Tayyipçi. Ama sanılmasındaki demokrasi, eşitlik, özgürlük gibi ulvi gayeler sebebiyle gelen iktidarları desteklediler. Hayır. Marksistken nasıl “halklara özgürlük”,  “Bağımsız Kürdistan”ı savundularsa aynı şekilde şimdi de bu amaç için farklı strateji ve taktiklerle yılmadan ilerlemektedirler.

Temel Çıkmazları Türk Kimliği Karşıtlığı

“Dünya vatandaşı” aydınların mütebariz vasıflarının başında Türklük, Türk kimliği, Türk milleti gibi kavramlara duydukları “nefret” gelmektedir. Siyasi, sosyal, akademik ve kültürel çevrede Türk kimliğinin varoluşundan ciddi ölçüde rahatsızdırlar. Buna mukabil “Kürt, Ermeni, Rum gibi kimliklere” taraf olmak, savunmak, olumlamak bilişsel dünyalarının temel karakteristiği olmuştur. Bunun için de ulus-devletlerin sonu, küreselleşme, demokratikleşme, insan hakları gibi nosyonlar üzerinden farklı boyutlarda kendilerine çok geniş bir sahada mücadele alanı açan retorik inşa etmişlerdir. Bu retoriğin kullanıldığı metinlerdeki dil ve üslup içsel olarak “ötekileştirme”, “dışlama”, “değersizleştirme” gibi gizli ithamları ve çağrışımları sunar.

Mehmet Altan’dan Kürşat Eser’e, Ahmet Altan’dan Cengiz Çandar’a, Ali Bayramoğlu’ndan Etyen Mahcupyan’a pek çok aydın kendisini “liberal”, “liberal sol”, “özgürlükçü sosyalist”, “sol” hatta “demokrat” gibi sıfatlarla tanımlar. Bu aydınların farklılıklarından ziyade zihinsel örüntülerindeki ortaklık veya aynılık mütebariz bir özgünlük olarak tecessüm eder. Ayrıca düşünce ve eylemlerindeki konjonktüre yani mevcut siyasi iktidarın niteliğine bağlı dönüşümler söz konusu ideolojik kimliklerin “araçsal” vasfını gösterir. Bu zihniyetin dışavurumu olan eylemler, mensup oldukları ideolojik kimlikleri doğrultusunda ortaya çıkmış davranış biçimleri değildir. Mensubu olduklarını iddia ettikleri ideolojilerinin evrensel nitelikli ilkelerine bile rahatlıkla aykırı istikamette hareket edebilmektedirler. Aynı şekilde kendilerine atfettikleri ideolojik yüklemelere bağlı kavramlar seti üzerinden totaliter ve otoriter bir zihniyeti temsil edebilmektedirler. Bu aydınlarda otoriter zihniyet yapılarının bir vasfı olarak mutlakçılık yani tek hakikatin egemen olduğu düşünme biçimi baskındır.

Değişen uluslararası siyasi atmosfere bağlı olarak araçsallaştırdıkları ideolojik mensubiyetleri, bu aydınların sabiteleri olarak sunmak söz konusu ideolojilere haksızlık olur. Bu durumda ortaya konulabilecek farklılaştırıcı unsur, değişik “mensubiyet” dönemlerinde “Kürt sorunu” gibi değişmeyen bazı toplumsal sorun algıları bağlamındaki konulara yaklaşımlarıyla ölçülebilir. Somut olarak kendini gösteren “savunular” ve “karşıtlıklar” zeminindeki konuların belirlenmesi ve bunların zihniyet yapılarındaki belirleyici nitelikleri zihinsel sabitelerini oluşturur. Dünyayı ve olayları algılama referanslarını oluşturan ideolojilerin bu aydınlardaki araçsal niteliği kişinin ve düşüncelerinin meşruiyet eksiliklerinin giderilmesinde de işlevseldir. Bu aydınların davranışlarını motive eden bilişsel evren ile söylem düzeyinde etkin olarak kullanılan evrensel nitelikli kavramlar setinin temsil ettiği davranış biçimi arasında göz ardı edilemeyecek bir tutarsızlık mevcuttur.

Mesela Mehmet Altan, Star gazetesinden kovulduktan sonra –ki bu konuyu ayrıca değerlendireceğiz- verdiği söyleşilerde sarf ettiği ortak konulardaki kalıp cümlelerinde sık sık “Kürt Sorunu”na değinir. Bu sorunu ele alış biçimi kullandığı söylemin başat kavramlarından olan “demokratikleşme”nin hangi koşullarda mümkün olabileceğini belirtir. Altan, demokratikleşmenin “zorunlu” koşulunu bir söyleşisinde şöyle açıklar: “Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin Kürtlerin de vatandaşı olacak büyük bir değişeme uğraması. Bu bir hukuksal devrimdir. Bu cumhuriyetin vatandaşı yok. Hukuk kavgası üzerinden ifade edilmiyor, ırk ve din üstünden bir kavga olarak ifade ediliyor. Çünkü ırk ve din kavgası oy getiriyor. Kürtlerin temel hak ve özgürlükleri çözüldüğü vakit, zaten demokratik bir cumhuriyete dönüşmüş olacak. Türkiye Cumhuriyeti’nin Kürtlerin de devleti olması. Ama bundan nemalananlar buna karşı. ‘Kürt açılımı, Alevi açılımı, Roman açılımı’ diye bir şey olur mu?”

Türkiye’nin bütün bir demokratikleşme hareketini tek bir etkene bağlayan ve indirgeyen yaklaşım biçimini “demokratikleşme” şeklinde değil de özel sorunlar bağlamında bir talep olarak değerlendirmek uygundur. “Irk ve din kavgası” vurgusu olumsuz bir anlamda yer alırken bunların dışında bir vurgunun eleştirici tarafından kullanılması beklenir. Ama bunu Altan’da göremiyoruz. O da  “sözde” eleştirdiği “ırk kavgası”nın bir tarafı olarak kendini konumlandırıyor. Üstelik basit bir konumlama değil. Düşünce ve eylemlerinin merkezi kavramı ve ideolojik arka planı güçlü bir “demokratikleşme” (!) söyleminin tek koşulu olarak metinlerinde yer alıyor. “ Kürtlerin temel hak ve özgürlükleri çözüldüğü vakit, zaten demokratik bir cumhuriyete dönüşmüş olacak” yargısının liberal (bireyci) olduğunu iddia eden biri tarafından sarf edilmesi dikkat çekicidir. “Liberalizm dediğiniz şey; insanı kutsamaktır. Bunu eleştirenlerin tek bir hedefi var, devlet ve yönetme arzusu” diyen birisinin eleştirdiği çözüm tekniğinin yerine bu çözüm tekniğinin öznelerinin yerlerinin değiştirmesini anlaması yukarıda bahsettiğimiz nominalist zihniyetin bir özelliğidir. Öyle ya, liberalizmi insanın kutsanması olarak tanımlayan birinin evrensel insan haklarını doğrultusunda etnik, dini, kültürel farklılıkların üzerinde bir bakış açısı ve yaklaşım benimsemesi beklenir. Bunların her birini kapsayacak bir kavramlar seti, yaklaşım biçimi, düşünce ortaya koyabilmelidir. Oysa tarihi arka planlarını da göz önünde bulundurduğumuzda bu aydınların tek geçim kapısının Kürt sorunu, Alevilik, Ermenilik olduğu bunların karşısında da Türk kimliği ve İslam’ın yer aldığı görülür.

“Kürt Sorunu”, “evrensel hukuk”, “demokratikleşme” gibi kavramlar bu aydınların düşünce dünyalarında o kadar belirleyici bir konumda yer almaktadır ki söz dağarcıklarından çıkarılacak olsalar ortada söylenecek bir şey kalmaz. “Irk kavgası” olarak sorunu teşhis eden birinin bütün bir demokratikleşme olgusunu Kürt sorununun çözümüne bağlaması nasıl açıklanabilir? Türk kimliği karşıtlığının bu zihniyeti anlamada ve çözümlemede önemli bir analiz aracı olduğunu düşünüyorum. Bu zihniyetin “ırk sorunu” veya “din sorunu” dediği şey “Türk kimliği” ve “İslam”dır. Bu zihinlerde Türk kimliği karşısında Ermeni, Rum, Kürt yer alır. İslam’ın karşısında da Ermeni ve Rum severlik bağı dolayısıyla Hıristiyanlık. Bu noktada asıl hedefin Türk kimliği veya İslam kimliği olduğu aşikardır.

Türkyorum

www.turkyorum.com

 

FACEBOOK YORUMLAR

YORUMLAR

  • 0 Yorum