Cumhuriyet'in temelleri II. Abdülhamid zamanında atıldı

Ünlü tarihçi Kemal Karpat, Cumhuriyet’in 90. yılında Atatürk’ün hedef gösterdiği muasır medeniyet seviyesine büyük ölçüde ulaşıldığını söylüyor.

Cumhuriyet'in temelleri II. Abdülhamid zamanında atıldı
31 Ekim 2013 - 10:03
28 Ekim 2013 / MURAT TOKAY
Ünlü tarihçi Kemal Karpat, Cumhuriyet’in 90. yılında Atatürk’ün hedef gösterdiği muasır medeniyet seviyesine büyük ölçüde ulaşıldığını söylüyor. Türkiye’yi Osmanlı’nın devamı gören Karpat’a göre, Cumhuriyet’in temelleri II. Abdülhamid döneminde atıldı.

Kemal Karpat, eserleri 20 dilde yayımlanan, dünyanın tanıdığı bir tarihçi. Osmanlı ve yakın tarih üzerine çok sayıda makaleye ve kitaba imza attı. Cumhuriyet’le yaşıt. Ömrünün büyük bölümünü yurtdışında geçirdi. 1970’te hoca olarak girdiği Wisconsin Üniversitesi’nden 2003’te emekli oldu. Hâlen Amerika’da yaşıyor, yılın bir kısmını İstanbul’da geçiriyor. İstanbul Şehir Üniversitesi’nde derslere giriyor. İslam’ın Siyasallaşması, Osmanlı’dan Günümüze Elitler ve Din, Balkanlarda Osmanlı Mirası, Kısa Türkiye Tarihi gibi kitapları Timaş Yayınları’nca yayımlandı. Karpat’la evinde buluştuk. 90. yılını kutlayacağımız Cumhuriyet’i konuştuk. Yaşına rağmen güçlü bir hafızaya sahip olan Karpat, kısa bir Türkiye tarihi ortaya koydu.

-Türkiye Cumhuriyeti Osmanlı’nın bir devamı olarak mı kuruldu? Cumhuriyet neyin sonucuydu?

Ben Cumhuriyet’i gelişmenin bir sonucu olarak görüyorum. Uç beyleri ile başlayan serüvende Osmanlı sürekli büyümüş, sınırlarını genişletmiş; nihayetinde II. Mehmet gelmiş ana düzenlemeler yapmıştır. Devletin hukuken kurucusudur Fatih. Osmanlı Devleti’nin bir nevi anayasasını yazmıştır. O bir gelişimdir. III. Selim’e kadar gelişmeler hep kendi içinde olmuş. Müesseseler aynı kalmış. III. Selim’le yeni bir açılım başlıyor. Islahatlara girişiliyor;  bizim modernleşme dediğimiz adımlar atılıyor. II. Abdülhamid döneminde ise büyük hamleler ortaya çıkıyor. Eğitimde, orduda büyük atılımlar yapılıyor. Bir bakıma modern Türkiye’nin temelleri orada atılıyor. Gerçi bir taraftan devlet çöküyor. Abdülhamid 1876’da tahta geçti. Bir sene sonra savaş çıktı. Balkanların büyük kısmı Osmanlı’dan ayrıldı. Ama Abdülhamid zamanında değişimler hızlandı. Abdulhamid gayet tutucu bir adamdı. 30 sene ülkeyi istibdatla yönetti ama onun altında yaşamak için çırpınan bir ülke var. Ve yaşattı onu. 1878’den sonra da toprak kaybı olmadı. Kurtuluş Savaşı sonunda da Cumhuriyet kuruluyor.

-Kurtuluş Savaşı deyince ne anlamalıyız?

Kurtuluş Savaşı’nda millî misakın tayin ettiği bir çerçeve vardır. Tarihte ilk defa millî bir çerçeve oluşturulmuştur. Misak-ı Millî ile yeni bir devlet, yeni bir millet düşüncesi var. Cumhuriyet’in ilanıyla devletin başına geçenlerin hepsi istisnasız Abdülhamid devrinde yetişmiştir. Devlet değil, idareciler değişmiştir.

-Cumhuriyet’i ordu mu kurmuştur?

Cumhuriyet bir sivil idarenin mahsulüdür. Kurtuluş Savaşı askerî hareketle kazanılmıştır. Buna şüphe yoktur ama TBMM vardır. Orada seçilmiş kimseler vardır. Birinci Meclis son Osmanlı Meclisi’nin devamı sayılır. Oradan çok üyeler gelmiştir. Halktan kişiler de çoktur. Mustafa Kemal ise Samsun’a çıktıktan az bir süre sonra askerlikten istifa ediyor. O da sivil. Millî Mücadele sivil bir millet meclisi tarafından ilan ediliyor.

-Ama bir yandan Cumhuriyet’in kurucusu gibi davranan asker var?

O sonra oluyor. Atatürk hiçbir zaman “Türkiye’yi ordu kurmuştur” dememiştir. Cumhuriyet, milletin malıdır, millet kurmuştur. Atatürk’ün kimseye danışmadan sert kararlar aldığı olmuştur; ama o hiçbir zaman klasik manada diktatör olmamıştır. Çünkü onun nazarında daima herkesin üstünde büyük bir kuvvet vardır. O da millettir. Millet kelimesini Atatürk ağzından düşürmemiştir.

-Atatürk’ün ‘millet’ten kastı neydi?

Osmanlı’nın son dönemlerinde ve Cumhuriyet’in ilk dönemlerinde Misak-ı Millî’ye de girmiş bir millet tanımı vardır. Millet kavramı aynı değerleri, aynı hisleri tarihten gelen bağlılığa dayanan ruhsal bir bütün olarak düşünülmüş. Bunun içinde din de var. Osmanlı topraklarında yaşayan her Müslüman, milletin parçasıdır.

-Ulus fikri nasıl çıkıyor?

Modern dünya ulus devlet üzerine kurulmuştur. Bugün dünyada ismi belli olan iki yüz küsur devlet var;  hepsi de ulus devlet veya ona çok yakın. Ya etnik kökenden isim alıyor veyahut çok eski isimlerden birini kullanıyor. Burada muhakkak ki Türkler Osmanlı Devleti’nin en büyük Müslüman grubuydu. Osmanlı dediğiniz zaman Rumeli ve Anadolu anlaşılır. Osmanlı hâkimiyeti altında yaşayan gruplar kültürünü, değerlerini hem İslam’dan hem de Osmanlı idaresinden almıştır. Boşnak’ı Arap’la kıyas ederseniz, Türk’e yakındır.

-Neden böyle?

Eğer yalnız temel İslam olsaydı Arap’ın daha yakın olması gerekirdi. Müslüman Boşnak, Türk’ü kendine daha yakın buluyor. Hakikaten onların davranışı, değerleri, felsefeleri bize çok benzer. Bu kendilerinden saydıkları bir idare altında yaşamaktan geliyor. Bugünkü Türkiye’nin kökeni oradadır;  Osmanlı yaşayışında. Anadolu ve Rumeli Müslümanları Osmanlı yaşayışından çok şeyler almıştır. Onların kişiliğini, iç yapısını din kadar hatta dinden fazla Osmanlı’nın kültürü şekillendirmiştir. Millî Mücadele’den sonra millet kavramı değişmeye başlamıştır. Osmanlı’daki ve Cumhuriyet’in ilk dönemlerindeki millet anlayışı kısmen terk edilmiştir. Birçok meslektaş bu meseleleri benim gibi görmüyor. Laikliğin âdeta bir dogma olarak görülmesinden geliyor bu bakış.

-Laiklik bizde neden dogmadır?

Cumhuriyet’in kurucuları halifeliğin canlanacağından, halife taraftarlarının sorun çıkaracağından korkuyorlardı. Saltanat ve hilafet, bu iki müessese Osmanlı ile kaynaşmış, sen bunu kanunla söküp atamazsın.

-Ama atıldı...

Atılmadı. Bu felsefeyi kabul eden büyük grubun yanında, kendi anlayışlarına göre laik bir grup yetiştirdiler. Laiklik gerçek anlamından kaydırılarak ona bir ilmî yön vermek için pozitivizm sokuldu. ‘İlim her şeydir, din batıldır, kötüdür’ diye. İlim laiklikle birleştirildi ve ortaya pozitivist bir laiklik çıktı. Onun karşısında başdüşman dindi. Hangi din? Bilhassa İslam.

-Bu anlayışı Cumhuriyet’in kuruluşunda göremiyoruz. Neden sonra ortaya çıkıyor?

Bunda Halk Fırkası’nın ortaya çıkması büyük rol oynadı. Bir parti kendine mahsus hayatı olan, kendine göre kimlikler doğuran, kendine göre çıkarlar oluşturan bir organizmadır. Bunun, liderinin üstünde de iradesi vardır ve çok defa bunları lidere empoze eder. Halk Partisi’nde de bu oldu. Halk Fırkası kurulduğu zaman Millî Mücadele’de büyük pay alan kişilerin katkıları vardı. Bunlar hâlâ eski millet sistemini ve geleneğini savunan kişilerdi. Kazım Karabekir, Rauf Orbay gibi. Hem Halk Partisi hem Mustafa Kemal bunlardan çekindi. Bir yerde kuvvet mücadelesi oluyor. Mesela Terakkiperver Partisi, nihayet Halk Partisi’nin rakibi olarak ortaya çıktı; ama kapatıldı. Oysa eski rejimi canlandırma gibi bir maksadı yoktu

-Ama parti kapatılıyor. Kurucuları da İzmir Suikastı bahanesiyle yargılanıyor…

Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası, Halk Partisi’ndeki pozitivizmi, o sert hareketi frenlemek isteyen bir partiydi. Keşke yaşasaydı. Bunun lüzumlu olduğunu daha sonraları İsmet İnönü de söylemiştir. ‘Terakkiperver Fırkası’nı kapatmakla hata yaptık’ demiştir. O zaman hiç böyle düşünmüyordu. Halk Partisi’nin gücüne, mevkiine yönelmiş bir hareket olarak algılanıyor. Üstelik rejim çok genç olduğu, kökleşmediği için idareciler de karşı bir hareketten korkuyor. Hilafet, saltanat endişesi bir de menfaat var. Halk Partililerin bir kısmı Ermenilerden Rumlardan kalan mallara el koyuyor. Zengin oluyorlar, bunların ellerinden gitmesini istemiyorlar. Bunların hepsi bir arada toplanıyor ve ‘Bu muhalefet yeni kurulan ileri cumhuriyet rejimine düşmandır. Onun için bunu yok etmek, kaldırmak lazım’ diyorlar ve nihayet bu düşünce ile Serbest Fırka denemesi akim kalıyor. Türkiye’de tek parti rejimi bütün gücüyle ondan sonra başlamıştır.

-Serbest Fırka Atatürk’ün direktifiyle kurulmadı mı? Niçin kapatılıyor?

Çünkü bizzat kendi kurduğu partisinin gidişatından memnun değil. Rüşvet var, bir sürü malk mülk edinme var, aşırılıklar var. Bunları engellemek ve dengelemek için kendi partisi karşısında bir muhalefet istiyor. Gerçek bir muhalefet mi o tartışılır; ama böyle bir adım atıyor. Mülayim ve iktidarın keyfine hareket edecek bir parti birkaç ay içinde tam manasıyla bir muhalefete dönüyor. Çünkü halk böyle bir muhalefet istiyor. O zaman bizzat İnönü, Atatürk’e gidip ‘Bu partiyi sen kurdun. Başında sen varsın, sen bu partiyi böyle bırakamazsın’ diyor. Parti, Atatürk’e kafa tutuyor. İnönü söylüyor ama partinin ileri gelenlerinin görüşünü ifade ediyor. Ve Serbest Fırka lağvediliyor. Ama muazzam bir muhalefet vardı. Neyi protesto ediyor halk? Yüksek vergileri, fakirliği, devlet memurlarının başıbozukluğunu… Araştırdığımız zaman muhalefetin kökenleri halkın güçlüklerindedir. Yaşayışı, rejim meselesi değildir. Sonradan Halk Partisi bunu rejim meselesi yapıyor. Bunlar Cumhuriyet ve Atatürk aleyhtarı diye propaganda yapıyor. Hiç de öyle değil.

-Atatürk kapatmayı onaylıyor ama…

Atatürk ‘Hayır yapamam’ dese parti aleyhine döner, ortada kalırdı.

-Cumhuriyet fikri ne zaman oluşuyor?

Cumhuriyet fikrinin başlangıcını ta Abdülhamid zamanına götürebilirsiniz. Bilhassa Abdülhamid tahttan indirilip (1909) sultanın gücü sıfırlandıktan sonra devletin rejimi bir nevi cumhuriyet olmuştu. İttihat ve Terakki ‘millet adına’ her şeye hâkim. 1913’ten sonra ismen olmasa da fiilen bir cumhuriyet var.

-Atatürk’ün Millî Mücadele’yi birlikte verdikleri silah arkadaşlarında cumhuriyet fikri yok muydu?

Millî Mücadele’ye katılmış önde gelen kimseler saltanattan soğumuştu. Saltanatın kaldırılması büyük mesele olmadı. Cumhuriyet oybirliği ile ilan edildi.  Hilafetin kaldırılması ise rejimi korkuttu. Çünkü Halife Abdülmecid’e karşı husumet yoktu. Ressam, gayet efendi, modern bir adamdı Abdülmecid. Cumhuriyet’in inşa edeceği insana çok yakın bir tip. Kaldırıldı. Ayrıca halifeye bağlılık dine bağlılık gibi algılanıyordu.

-Hilafet neden kaldırıldı?

Bir kere millî devlet fikri ile uzlaşmazdı. Çünkü halife Sünni İslam topluluklarının koruyucusu ve sözcüsüdür. Türkiye Cumhuriyeti Devleti bir konuda karar alır ve halife buna karşı gelirse ne olacak? Halk halifeyi mi tutacak, devleti mi? Kaldı ki halife klasik İslam’da karar saikidir.

-Atatürk’ün cumhuriyet fikri neydi?

Atatürk’ün Cumhuriyet’i kurarkenki amacı, millî hudutlar içinde belirli kimliğe sahip birbirine kenetlenmiş toplum yaratmaktı. Millî sınırlar içinde... Atatürk Makedonyalı olmasına rağmen hiçbir zaman ‘Balkanları alalım’ demedi. ‘Filanca kimseler daha iyi Türk’tür’ dememiştir. Atatürk bir bakıma hayatının sonuna kadar Rumelili olarak kalmıştır. Gayet yerel bir damarı vardır. Ama devlet idaresinde daima Türkiye sınırları içinde yaşayan Türkleri hedef alan, onlardan bir millet yaratmak düşüncesiyle hareket eden bir lider var.

-Atatürk’ün ölümünden sonra Cumhuriyet nereye evriliyor?

Atatürk’ün ölümünden sonra sert kararlardan bazıları geri alındı; ama millet ve laiklik konularında herhangi bir geri adım atılmadı. Tam tersi oldu. Çünkü İnönü kendinden emin değildi. Atatürk’ün karizması onda yok. İsmet Paşa takdir ediliyor,  tanınıyor; ama sevilmiyor. İnönü bunları çok iyi bildiği için daha fazla entelijansiyaya, bürokrasiye, hatta orduya sarılıyor. O da bir militarist olmasa da gücünü elitlerden alıyor. Ve gerçek manada Türkiye’de elitist vesayetçi rejim onun zamanında kurulmuştur. Bu da liderin yeterince güçlü olmamasından kaynaklanıyor.

–Laiklik rejimin teminatı olarak ne zaman görülmeye başlandı?

Din, İslam, daima rejimin düşmanı olarak görüldü. En küçük memnuniyetsizliği dinî bir ifade olarak görüp laiklik ve cumhuriyet adına bastırmak çok kolaydı. Komünistlik de öyleydi. Ya dinciydin ya komünist. Bunlar idarecileri sorgulamayı yok etmek için kullanılan klasik modellerdir. Bu tavır aynı zamanda laiklik anlayışını dejenere etti. Laiklik modern bir devlette zaruridir. Yalnız siz laikliği her işinize geldiği gibi kullanırsanız laiklikten çıkıyor, baskı unsuru hâline geliyor. Öyle de olmuştur.

–Biraz daha yakın bir tarihe gelelim. 27 Mayıs’ı nereye koyuyorsunuz?

27 Mayıs’ın Atatürk’le, rejimle filan ilişkisi yok. Darbe, tek parti zamanında kurulmuş elitist rejime karşı tedbirler almış, o rejimi yıkmaya çalışan Adnan Menderes’e karşı yapıldı. Darbeciler Menderes’in açtığı halkçı gidişata karşıydı. Menderes de anti-demokrat bir adamdı. Ama bürokratik elitist rejimi kaldırmak istedi. Toprak sahibi müteşebbis, atak, kabiliyetli bir adam Menderes. Cumhuriyet aleyhtarı değildi. Millî Mücadele’ye katılmış bir adam. Padişah taraftarı ve hilafet taraftarı hiç değildi. Cumhuriyet elitizmi yine Osmanlı’dan almıştır ama elitizmi modernizme eşit tutmuştur. Cumhuriyet elitist sınıfı şişirdi. Saltanat dönemine nazaran on misli güçlü bir elitist grup yarattı. İki kuşak o düşünceyle yetişti. Bunlar Türkiye’nin mukadderatına birinci derecede etki etmiştir. Bugün bu mesele kısmen hallolmuştur. 2010’da yapılan 12 Eylül Referandumu vesayetin kaldırılması açısından çok önemliydi.

-AKP ilk kurulduğunda belirli çevrelerce Cumhuriyet düşmanı ve gerici diye lanse edildi. İki dönemdir iktidarda ve Cumhuriyet’i 100. yılına AK Parti taşıyacak…

Demokrasi halkı elitist rejime karşı seferber etmek için bir silahtır. Halkı neyle seferber ediyorsunuz;  onun çektiği ekonomik güçlükler her şeyden evvel. Laiklik adına kültürüne yapılan baskılar, halkın seçtiği kişilerin demokrasi adına görevden el çektirilmesi… Bütün bunlara ek bir de gittikçe güçlenen ve büyüyen Anadolu orta sınıfı var. Bu sınıf büyüdükçe eğitim gördükçe kendisinin var olması için demokrasinin tek yol olduğunu anlamış ve oylarıyla demokrasiyi korumuştur. İnönü 1945-46’da demokrasinin bu şekilde neticeleneceğini bilseydi belki de muhalif partiye hiç müsaade etmezdi.

–AK Parti’nin kurulduktan 1 yıl sonra iktidara gelmesi ne anlama geliyor?

 Türkiye tarihinde görülmüş bir şey değildir. Yeni kurulan bir parti bir sene içinde iktidar oluyor; çünkü halkın dinini, geleneğini, tarihini nazar-ı itibara alıyor. Halkın ekonomik beklentilerini yerine getireceğini vadediyor ve buna inandırıyor. Ve iktidara geliyor. AK Parti’ye karşı elitist rejim her silahı kullanıyor. Anayasa mahkemeleri, muhtıralar, darbe planları. Ama yılmıyorlar. Erdoğan’ın takdir edilecek tarafı korkmaması. AK Parti bir halk eliti olarak hareket ediyor. İslamcı elit olarak değil.  

–Alınan mesafeyi nasıl görüyorsunuz?

Ben gidişatı normal görüyorum fakat AK Parti’nin nereye geldiğini, ne yaptığını anlaması lazım. Öyle bir şey ki yaptığını anlamayacak duruma geldi. Büyük değişiklikler meydana getirdi ama bu değişikliklerin neticelerini doğru okuyamıyor.

–Mesela?

Sonsuz örnekler var. Basınla ilişkileri, hürriyetler meselesi, Batı’yla münasebetleri, yeri olmayan beyanatlar… Ufak tefek meseleler bunlar ama üst üste gelmesi rahatsızlık verici.

–Son olarak, 100. yılında nasıl bir Cumhuriyet düşlüyorsunuz?

Toprak bütünlüğünü korumuş, millî karakterini muhafaza eden, demokrasisi gelişmiş bir Türkiye hayal ediyorum.

Atatürk'ün muasır medeniyet hedefine ulaşıldı

-Atatürk’ün hedef gösterdiği muasır medeniyet seviyesine ulaşıldı mı?.

Büyük çapta ulaşıldı. Türkiye örneğin geçmişte Balkanların en geri devleti iken bugün en gelişmiş devletidir. Türkiye bugün İtalya’nın yirmi sene evvel bulunduğu yerdedir. İtalya oraya 200 senede gelmiştir. Biz yirmi otuz senede ulaştık. Türkiye’nin her tarafı bir şantiye olmuş. Geçenlerde Eskişehir’e gittim, aldığı mesafeyi görünce inanamadım. Şunu da söylemek lazım. Türkiye modernleşmenin tek bir şekli olmadığını gösterdi.1970’lere kadar Batı tipi modernleşme olmazsa o modernleşme sayılmaz; illa Batı’ya benzeyeceksiniz dendi. Türkiye’de modernleşme kendi şartlarına göre olmuştur. Bir taraftan Batı’ya benzemiştir bir taraftan kendi özelliklerini korumuştur. Türk tipi bir modernleşmeden söz edebiliriz.

-Cumhuriyet en parlak dönemini ne zaman yaşadı?

Üç dönemi söyleyebilirim. Milli Mücadele’den 1925’e kadar olan dönem. Özal dönemi –Özal’dan sonra hükümetler gidişatı berbat etmiştir- ve AK Partili yıllar.

Aksiyon Dergisi

FACEBOOK YORUMLAR

YORUMLAR

  • 0 Yorum