Bütün hayatı bu ülke için mücadele etmekle geçti - Ali Güler

Ziya Gökalp ve arkadaşlarının Bekirağa Bölüğü’nde tutuklu bulundukları sırada, buradaki tutuklulardan birisi olan Boğazlayan eski Kaymakamı Mehmet Kemal Bey idam cezasına çarptırıldı. İdam kararı çabucak onaylandı ve Kemal Bey 10 Nisan 1919 günü Bayezit Meydanı’nda idam edildi. Bu haksız karar, şiddetli tepkiyle karşılandı.

Bütün hayatı bu ülke için mücadele etmekle geçti - Ali Güler
18 Şubat 2019 - 19:33

Ziya Gökalp ve arkadaşlarının Bekirağa Bölüğü’nde tutuklu bulundukları sırada, buradaki tutuklulardan birisi olan Boğazlayan eski Kaymakamı Mehmet Kemal Bey idam cezasına çarptırıldı. İdam kararı çabucak onaylandı ve Kemal Bey 10 Nisan 1919 günü Bayezit Meydanı’nda idam edildi. Bu haksız karar, şiddetli tepkiyle karşılandı.

BALKAN Savaşı’nın patlamak üzere olduğu günlerde İttihat ve Terakki Cemiyeti, genel merkezini Selanik’ten İstanbul’a taşıma kararı aldı. Ziya Gökalp de İstanbul’da Cerrahpaşa’da bir ev kiraladı. Evini Selanik’ten İstanbul’a taşıdı. Ziya Gökalp, Mart 1912 seçimlerinde Ergani Madeni Sancağı’ndan büyük çoğunlukla milletvekili seçildi. Osmanlı Mebusan Meclisi 18 Nisan 1912’de açıldı. Mebusluğu tam 4 ay sürdü. Kendisine teklif edilen Maarif Nazırlığı görevini kabul etmedi. 18 Ağustos 1912’de Mebusan Meclisi feshedildi. Ziya Gökalp, 23 Ocak 1913 tarihinde İttihatçıların yeniden iktidara gelmesinden sonra Darülfünun’da “Sosyoloji (İçtimaiyyat) Müderrisi/Profesörü” oldu. Bu göreve getirilmesinde zamanın Maarif Nazırı Şükrü Bey’in ve Talat Paşa’nın etkili olduğu görülmektedir.

O günler Üniversitenin ıslahı için Alman hocaların getirilmesi konusunun tartışıldığı günlerdi. Ziya Bey’in Edebiyat Fakültesi’ndeki hocalık dönemi, daha önce Emrullah Efendi dönemindeki birkaç günlük deneme sayılmaz ise, fiili olarak toplamda altı yıl (1913-1918) sürmüştür. Ziya Bey bu sefer üniversite hocalığında ilk deneyiminde olduğu gibi sıkıntı çekmemişti. Selanik’te İttihat ve Terakki Lisesi’ndeki öğretmenlik ona bir nevi avantaj sağlamıştı. M. Emin Erişirgil’e göre, şimdi, eskiden olduğu gibi tanınmamış birisi de değildi. İttihat ve Terakki Merkez-i Umumi üyesi idi. Gözüne girilebilirse birçok menfaat koparılabilirdi. Onun için anlayan da anlamayan da onu dinliyordu. Bu yıllarda üniversitede “özerklik” meselesi dahil, bir milli amacın olması, bilimsel araştırmaların yapılması, Edebiyat Fakültesi’nin milli kültür kavramını şekillendirmesi gerektiği gibi konuların tamamı onun öncülüğünde gerçekleşmiştir. Yine üniversite yayımlarına önem vermiş, fakülte ve enstitülerin akademik çalışmalarının dergiler yoluyla yayımlanmasını sağlamıştır.

1916’dan sonra başlayan bu çalışma ile bazıları günümüzde de devam eden Tıp, Fen, Edebiyat, Hukuk Fakülteleri Dergileri yayımlanmıştır. Üniversitede verilen konferansların basılması sağlanmıştır. Buradaki en önemli çalışmalarından biri de daha önce İttihat ve Terakki Kongresi için hazırladığı “Gençliğin Yetiştirilmesi” hakkındaki raporunda ortaya koyduğu bir düşünceyi hayata geçirmiştir. “Güzideler Meselesi” olarak ifade ettiği konuyu gerçekleştirmek için, yurt dışına lisansüstü eğitim için öğrenci gönderilmesini sağlamıştır.

İSTANBUL’DA YAZI HAYATI

Gökalp İstanbul’a döndüğü zaman fikirlerine değer verilen, itibarlı bir hoca olmuş, iktidarda bulunan İttihat ve Terakkî’nin uzun zaman ideoloğu olarak kalmıştır. Bu sırada fırkaya medreseler, evkaf ve meşihat dairelerinin ıslahı hakkında rapor ve lâyihalar vermiş; Yusuf Kemal’le beraber İktisat Cemiyeti’ni kurmuş; Türk Yurdu, Halka Doğru, Türk Sözü, İslâm Mecmuası, İktisâdiyyat Mecmuası, İçtimâiyyat Mecmuası, Millî Tetebbûlar Mecmuası, Muallim, Yeni Mecmua gibi yayın organlarında yazılar yazmış; “Kızıl Elma ve Yeni Hayat” adlı şiir kitaplarıyla “Türkleşmek, İslâmlaşmak, Muâsırlaşmak” başlıklı kitabının nüvesi olan makaleleri de tefrika halinde bu yıllarda çıkmıştır.

BIRINCI DÜNYA SAVAŞI’NIN SONU VE ÜNIVERSITE’DEN BEKIRAĞA BÖLÜĞÜ’N

Bilindiği üzere, Osmanlı Devleti bakımından 30 Ekim 1918’de imzalanan Mondros Ateşkes Antlaşması ile sona ermiştir. İtilaf Devletleri kazanmış, İttifak Devletleri, bu arada Osmanlı Devleti kaybetmiştir. Sadrazam Talat Paşa 8 Ekim 1918’de istifa etti. İttihat ve Terakki Fırkası’nın son kongresi 14-18 Ekim’de toplandı. Talat Paşa ve onu takiben Partinin ideoloğu olarak bilinen Ziya Gökalp toplantıda bulunmayacaklarını bildirdiler. Başkanlığını Mehmet Emin (Yurdakul) Bey’in, İkinci Başkanlığını Şemseddin (Günaltay) Bey’in yaptığı kongrede partinin feshi kararlaştırıldı. İttihat ve Terakki’nin ileri gelenleri toplanıp durum değerlendirmesi yaptılar.

Memleket dışına çıkılmasına karar verildi. Talat Paşa, “İstanbul’a düşman girecek. Bunlar yahut bize karşı olanlar sana da kötülük yapacaklardır… Sen de Avrupa’ya kaç… Karışıklık geçtikten sonra döneriz” diyerek Ziya Gökalp’i de dışarıya götürmek ister. Gökalp, “Memlekette işlenmiş bir suçum yoktur. Bu sebeple katiyetle kaçmayacağım. Ölürsem de bu topraklarda ölürüm!” cevabını verir. Paşa’nın ısrarları fayda etmez. Ziya Gökalp, üniversitedeki derslerine ve Yeni Mecmua’da yazılarına devam eder. Arkadaşı Ömer Seyfeddin, “bari ortalıkta görünme… Bir ev bulalım orada gizlen” şeklinde ısrarlarda bulunur. O’na da “Alnım açıktır, hayatımın bütün hesabını verebilirim, gizlenmem!” diyecektir. Mondros Mütarekesi’nin imzalanmasından (30 Ekim 1918) sonra 2/3 Kasım 1918’de İttihatçıların önde gelen liderleri yurt dışına çıkmışlardır.

Birkaç gün sonra Ziya Bey, Darülfünun Emini’nin (Üniversite Rektörü) yanına çıkar ve ona şu sözleri söyler: “Düşmana mağlup olmakla İttihat ve Terakki mantığı iflas etmiştir. Bu mantığın tam tersi Hürriyet ve İtilaf mantığıdır. Bugün değilse bile yarın bu mantığın hâkim olması kuvvetle muhtemeldir. Bu mantık intikam mantığıdır; hâkim olduğu zaman birçok suçsuz vatandaşlar türlü eza ve cefaya uğrayacaklardır. Şimdi, sizin gibi İttihat ve Terakki mantığına iştirak etmemiş, fikrinde müstakil kalmış olanlara düşen bir vazife var: Birleşiniz, bu intikam mantığına meydan vermeyiniz.” Ziya Gökalp bir düşünce adamı olarak haklı çıkacaktır. Kısmen ılımlı İttihatçılardan kurulan İzzet Paşa Kabinesinin ardından (28 gün sonra) kurulan Tevfik Paşa kabineleri gidip, 4 Mart 1919’da kurulan Damat Ferit Paşa Kabinesinden sonra bu intikam mantığı bütün şiddetiyle kendini gösterir

Ziya Gökalp, 28 Ocak 1919 günü üniversitede ve kendisinin kurduğu “Sosyoloji (İçtimaiyat) Enstitüsü’nde Profesör Şemseddin (Günaltay) Bey ile bir meseleyi görüşürken İngilizler tarafından tutuklanmıştır. Hafiye ve muhafızlar eşliğinde bir arabaya bindirilip Sirkeci’deki Polis Müdürlüğü’ne götürülür.

Şemseddin Günaltay o anı şöyle anlatıyor: “Bir gün Darülfünun’un İçtimaiyat Darü’l-mesaisi’nde birlikte bir mesele münakaşa ediyorduk. Hala ara sıra tesadüf ettiğim uzun boylu, zarifçe, sarı ve kısa sakallı bir adam içeri girdi. Ziya’ya yaklaşarak eline bir kâğıt uzattı. Ben bu adamın hal ve tavrından, aynı zamanda kapının önünde dikilen diğer iki yabancının tarassutkâr (gözetleyici) vaziyetlerinden kuşkulandım. Kâğıdın mahiyeti hakkında bir ş şey anlamak fikriyle Ziya’nın çehresini tetkike koyuldum. Fakat o, her vakit ki gibi telaşsız, heyecansız, hatta biraz da lakayt (kayıtsız) idi. Kâğıdı bitirdi, cebine soktu. Her zamanki gibi itiyadı veçhile (alışkanlığı üzere) ‘Pekâlâ’ makamında boynunu büktü ve gelen adamla gitmek üzere ayağa kalktı. Yürürken, ‘Derse giremeyeceğim. İdareye malumat verirsiniz’ diyerek kapıdan çıktı. Vaziyeti anlamıştım. (…) Hemen arkasından koştum. Kapının önünde elimi sıktı. Hafiyelerin getirmiş olduğu arabaya bindi.” Polis Merkezi’ne götürülen Gökalp tutuklandığını anlar, evine bir not yazar gönderir: “Tutuklandım, merak etmeyiniz. Polis merkezine yatak vesaire gönderiniz.” Kızı Seniha anlatıyor: “Babamın istediği eşyaları götürdüm. Onu, bir salonda, kalabalık arasında gördüm. Beni odasına götürdü. Burada demir bir karyola, kırık bir masa ve seki bir iskemle vardı. Tutuklu arkadaşlarının kaygılı ve heyecanlı davranışlarına karşılık babamın yüzü, her zamanki gibi o tatlı gülümsemesiyle çevrelenmişti. Ben üzgün dururken: ‘Tasalanmayın, bu tutuklanma geçicidir. Bir gün gelip bizi koyuverecekler. Bana lütfen birkaç kitap getir’ dedi.”

General Milne, 2 Şubat’ta haberi Londra’ya telgrafla bildirdi. İstanbul’da 30 kadar İttihatçı liderinin tutuklandığını bildirdi. Tutuklananlar arasında, Hüseyin Cahit (Yalçın), Mithat Şükrü (Bleda), İsmail Canbulat, eski İzmir Valisi Rahmi Beyler’in yanı sıra Ziya Gökalp de vardı. 30 kişilik tutuklu listesinde daha başka kimler vardı, tam belli değildir. Tutuklananlar, birkaç gün Polis Müdürlüğü’nde tutulduktan sonra Bekirağa Bölüğü’ne götürüldü. 1919 Şubat ayı içinde, Ziya Gökalp ile birlikte toplam 42 kişi Bekirağa Bölüğü’ne hapsedilmişti. Bunlar çoğunlukla ileri gelen İttihatçılardı. Aralarında dört eski vali, altı milletvekili, üç general de vardı. Generaller, Beşinci Ordu Komutanı Vehip Paşa ve Mahmut Kamil Paşa, Mebuslar Hüseyin Cahit (Yalçın), Hüseyin Kâzım Kadri, Hüseyin Tosun, Süleyman Sudi Beyler ve Ziya Gökalp, Valiler, İzmir Valisi Rahmi Bey, Bursa Valisi Rıza Hamit Bey, Sivas Valisi Ahmet Bey ve Diyarbakır Valisi İbrahim Bedreddin Beyler. Bunların bir bölümü Ziya Gökalp ile birlikte tutuklanmıştı.

Ziya Gökalp ve arkadaşlarının Bekirağa Bölüğü’nde tutuklu bulundukları sırada, buradaki tutuklulardan birisi olan Boğazlayan eski Kaymakamı Mehmet Kemal Bey (1884-1919) idam cezasına çarptırıldı. İdam kararı çabucak onaylandı ve Kemal Bey 10 Nisan 1919 günü Bayezit Meydanı’nda idam edildi. Bu haksız karar, şiddetli tepkiyle karşılandı. Cenaze töreninde Tıbbiye öğrencileri, “İngilizlerin kafasını ezeceğiz!” diye haykırdılar.

BEKIRAĞA BÖLÜĞÜ’NDE BIR ÂLIM

Ziya Gökalp, Bekirağa Bölüğü’nde dört ay kalmıştır. Orada da kitap okumaya, memleket meselelerini düşünmeye devam ettiği görülüyor. Bekirağa Bölüğü’nde O’nu ziyaret eden Gazeteci Hakkı Süha (Gezgin) anlatıyor: “Tozlu tahtaları, canlı gibi inleyen Bekirağa zindanının demir kapısı açıldı. Yanıma bir inzibat eri kattılar. İttihatçıların kondukları zindana girdim. Tanıdığım, sevdiğim, saygı duyduğum adamlar arasında Ziya’yı arıyordum. Küçük Talat’ı görünce sordum: ‘Hoca nerede?’ Gülümsedi: ‘Gel, birlikte gidelim.’ Yürüdük. Tabur tabur ayrılmış demir karyolalar arasından geçtik.

Sonunda karşıdan aslan yelesi gibi kabarık saçlı başını gördüm. Geniş alnı, yine öne doğru eğilmişti. Yaklaşınca okuduğunu gördüm. Arkasında koyu lacivert, baştan geçme, dik yakalı bir kazak vardı. Yatağa yarı uzanmıştı. Yüzü evindeki kadar durgundu. Sokrat’ın zehir çanağına uzanan elindeki ilgisizliği andırır bir coşku içinde kitaba dalmıştı. Ruhu, demir parmaklıkları, kalın duvarları parçalayıp yıkmış ve idealinin göklerine fırlamıştı. Onu, Damat Ferit Paşa Hükümeti içeri tıkılmış sayabilirdi. Ama Ziya’ya bakanlar, şu yatan adamda eski Horasan illetinin o ulu giz dolu üstünlüğünü seziyorlardı. Gölgemizin ağırlığı kitabın aydınlığını azaltınca başını kaldırdı.

Düşük, solgun bıyıkları altında sabah gibi gülümseme uyandı. Toplanıp yatağında yer verdi ve hemen kitap gibi konuşmaya başladı. Konusu ‘Tanzimat, bize göre bir Rönesans mıdır, değil midir?’di. Söyledi, söyledi.

DEVAM EDECEK

https://turkgun.com/butun-hayati-bu-ulke-icin-mucadele-etmekle-gecti/

FACEBOOK YORUMLAR

YORUMLAR

  • 0 Yorum