Buse Eslem Ergönül :AH AZİZ İSTANBUL!

Asya'yı ve Avrupa'yı kendi içinde binbir şehri bir araya getiren ey efsunlu şehir!

Buse Eslem Ergönül :AH AZİZ İSTANBUL!
06 Mayıs 2015 - 20:10

AH AZİZ İSTANBUL!


Asya'yı ve Avrupa'yı kendi içinde binbir şehri bir araya getiren ey efsunlu şehir!
Yüzyılların mimari yapıları, tarih şehri, kültür şehri aziz İstanbul!
Fatih'in adımlarının iz bıraktığı, Sultan'ın fethettiği aziz İstanbul!
Şairlerin leylası aziz İstanbul!
Ah İstanbul...

   Eyüp Sultan Camii'nde; minareden arşa yükselen, tüyleri diken diken eden, her kelimesiyle müslüman alemini Rabb'in huzuruna çağıran ezan sesiyle aldık seccadede yerlerimizi. Sabah namazı dahi, tüm namaz vakitlerinde, bayramlarda, kandillerde içi dışı dolup taşan, tek kubbeli camii Eyüp Sultan... 
   Secde eden bedenimizle, semaya açılan ellerimizle, Allah'a yalvararak dua eden dillerimizle kıldık sabah namazını ve başladık cumartesi sabahına. Güzel bir kahvaltıdan sonra Panorama 1453 ilk durağımız oldu. İstanbul'un Fethi'ni 3 boyutlu anlatan hem görsel, hem de işitsel bir tarihi müze...
   Panorama'dan sonra boğaz turuna çıkmak için Eminönü'ne doğru yola çıktık. Trafiğe takıldığımız yerlerden biri de fethin olduğu zamanlarda atılan toplarla yıkılan surlar... Surlar yıkıldı yıkılmasına da; önce gönülleri fethetti Sultan, sonra da Aziz İstanbul'u... 
   Eminönü'nde otoparka arabayı bırakıp limana doğru yürüdük. Vapur için biletlerimizi aldık ve artık hazırız. Vapur daha hareket etmeden yağmur çiselemeye başladı. Yağmur eşliğinde boğaz turuna başlıyoruz. Vapur; Galata Kulesi'ni, Çırağan Sarayı'nı, deniz kıyısındaki camiileri, Kız Kulesi'ni ve daha birçok tarihi yapıları en yakınından gösterdi bize. Asya ve Avrupa kıtasını en kısa şekilde birbirine bağlayan Boğaziçi Köprüsü'nün üzerinden geçen arabaların arasındayken, şimdi o arabaların altından vapurla gidiyoruz mavinin koyu tonlarına. Fatih Sultan Mehmed Köprüsü karşımızda, biz Kız Kulesi'nin solunda, baharın sembolü olan yemyeşil ağaçlar sağımızda, vapurun bizi alıp denizin ortasına getirdiği liman ise arkamızda. Eşsiz bir manzara... O kavuşulamayan hikayede, iki gencin ölümsüz aşkının sembolü olan Kız Kulesi'nin etrafından dönüp limana doğru yol alıyor vapur şimdi yağmurla birlikte. Derinliğin azaldığı, mavinin tonlarının açıldığı limana geri döndük.
   Galata Kulesi'ne çıkıyoruz şimdi. Kız Kulesi'ne yıllardır aşık bir diğer kuleye... Güneş yerini Ay'a bırakırken, karanlık şehre çökerken, sokak lambalarıyla birlikte Galata Kulesi'nin renkli ışıkları da yanmaya başladı.
Gündüz ayrı, gece ayrı güzelsin ah aziz İstanbul!..
   Bir kuş misali özgürce şehrin üzerinden giderken kanatsız bedenim, Pierre Loti Tepesi'nde Haliç'e kuş bakışı bakmanın huzuru var içimde. Tüm semtleri ayaklarının altına alan bir balkonda; en varoşundan en zengin semtine kadar hepsini görebiliyorsun.
   Özgürce uçup geldiğimiz bu tepeden, yürüyüp iz bırakarak ineceğiz Eyüp'e. Gecenin zifiri karanlığında yolları arşınlayarak cansız, soğuk bedenlerin arasından geçerken; yanıbaşımızda yatan büyük üstad Necip Fazıl'ın kabrine rastladık. Dudaklarımdan üstadın "Canım İstanbul" şiirinden mısralar dökülmeye başlamıştı.
"Ruhumu eritip de kalıpta dondurmuşlar;
Onu İstanbul diye toprağa kondurmuşlar."
Ölüm ile hayat arasındaki yaşamı hatırlatan dalgaların sesiyle uzaklaşıyoruz Eyüp'ün işlek caddelerine, sahil boyuna... Yollara iz bırakırken ayaklarım, dilim terennüme devam etti üstadın "Canım İstanbul" şiiriyle.
"Gecesi sümbül kokan, Türkçesi bülbül kokan;
İstanbul, İstanbul..."

   Sabah yepyeni bir güne uyandık.Güneşli havayı bulunca, kahvaltıdan sonra attık kendimizi medeniyet şehrinin sokaklarına. Bugünün ilk durağı Florya. Aqua Florya'ya doğru çıktık yola. Burası en zengin semtlerden birisi. Saray gibi evler, arabalar ayrı bir güzel... En lüks restorantlar, cafeler burada diyebilirim. Aqua Florya'nın otoparkına bıraktık arabayı, giriş kapısına doğru yürüyoruz. Karşıdan bir adam ve bir kadın geliyor. "Tanıyorum sanki" derken, hayranı olduğum sanatçı Mustafa Ceceli'nin annesiyle babasını görüyorum. Arkalarından gidip babasına "Bekir amcaa!" diye seslendim. Bana döndüler ve konuşmaya başladık. Mustafa Ceceli'ye olan büyük hayranlığımı anlatırken, şaşkın bakışlarla beni dinlediler. Annesi ile hatıra fotoğrafı çekildik sonrasında. Mustafa ağabeyime selamlarımı da yolladım tabii. Vedalaştıktan sonra akvaryuma girdik. Kocaman bir alan, gittikçe değişik yerler, kocaman köpek balıkları ve denizde yaşayan tüm canlılar... Mavinin koyu tonları bu defa tüm benliğimizi sarıyor, içindeki güzelliklerle daha da huzur veriyordu içimize. Yolu takip ettik ve akvaryumun altındayız artık. Yukarıda; balıklara eğilip bakarken, şimdi kafamızı yukarıya kaldırıp da bakıyoruz. Üzerimizden dans ederek geçiyorlar, bizlerle oyun oynuyorlar adeta. Şehrin karanlık ışıkları altında kaybolma vakti gelmişti.
Yahya Kemal'in dizeleriyle son buluyor satırlarım;
"Sana dün bir tepeden baktım aziz İstanbul!
Görmedim gezmediğim, sevmediğim hiçbir yer.
Ömrüm oldukça, gönül tahtıma keyfince kurul!
Sade bir semtini bile sevmek bir ömre değer."

Veda zamanı geldi İstanbul...
Ey aziz İstanbul!
İz bıraktığımız yollara, anılarımıza iyi bak. Sultan'ın fethettiği mimari şehre, medeniyetin güzelliklerine iyi bak İstanbul!
Ah İstanbul, aziz İstanbul!..

FACEBOOK YORUMLAR

YORUMLAR

  • 0 Yorum