Burası yangın yeri

Beşir Ayvazoğlu: “Ateş Denizi’nde Batılılaşma maceramızın en sert ve en acıtıcı safhalarından biri anlatılmaktadır. 1930’lar, Osmanlı geçmişimizle bütün bağların koparılmak istendiği yıllardır.”

Burası yangın yeri
11 Mayıs 2013 - 17:35

Son iki ayda yayımlanan iki eser edebiyat araştırmacıları için birer hazine. Önce Selim İleri’nin Mel'un’u sonra Beşir Ayvazoğlu’nun Ateş Denizi romanı. Metinlerarasılık üzerinde çalışan veya karşılıklı okuma yöntemini benimseyen akademisyenler ve okurlar  için iki şahane eser raflarda onları bekliyor. Edebiyatımıza birbirinden değerli biyografiler kazandıran, gazete yazılarıyla da kültür dünyamızın nabzını tutan Beşir Ayvazoğlu ikinci romanı Ateş Denizi’yle gerçek anlamda bir edebi zevk ve doyum sunuyor okuruna. Ayvazoğlu’yla yeni eserini konuştuk...

Eleştiri, deneme, inceleme, portre, şehir monografileri gibi pek çok türde birbirinden kıymetli eserler vermiş bir yazarsınız. Bu romanı yazma fikri nasıl doğdu? Ateş Denizi sizin için ne ifade ediyor?
Biliyorsunuz, bir hayli biyografi yazdım; bunların bazıları çok kapsamlı biyografilerdir, Peyami Safa ve Ahmet Haşim biyografileri gibi... Ancak biyografi yazarlığım edebiyat adamlarıyla sınırlı değildir. Önemli bir ressam olan Malik Aksel’in biyografisini de yazdım. Ama ondan da önce Tanburi Cemil Bey’i biyografik roman tarzında yazma hayalim vardı. Cemil Bey müthiş bir karakterdir. Beş yıl önce yazmaya başladım da… Ancak yazma sürecinde farklı bir anlatım tekniği  ararken, metin, hayata Tanburi Cemil Bey’i “alaturka musiki”nin radyolarda icrasının bile yasaklandığı yıllarda nisyandan kurtarmak isteyen bir Darülfünun hocasının, Galip Tahiroğlu’nun romanına dönüştü. Muhayyel bir kahraman olan Galip Tahiroğlu’nu, Üniversite Reformu’nda kadrodışı bırakılmış genç bir Darülfünun hocası olarak tasarlayınca bu reformu bütün boyutları ve sonuçlarıyla araştırarak roman diliyle anlatma ihtiyacı doğdu.

Uzun bir hazırlık süreci gerektiren bir roman olmuş…
Bu romanı yazmak için bir kütüphane devirdim ve gazete koleksiyonları arasında uzun süre ceveman ettim. Dolayısıyla yazarken aynı zamanda çok şey öğrendiğim bir roman oldu.

Galip Tahiroğlu’nun muhalif bir karakter olması dikkat çekiyor, ne dersiniz?
1930’lara dalınca kültür devrimleriyle karşılaşmak kaçınılmazdı. Bu sebeple bir sorgulama yapabilmek için Galip Tahiroğlu’na muhalif bir kimlik biçtim.

İlk romanınızdan farklı olarak gerçek-kurgu dengesi hissediliyor bu eserde...
Yayımlanmış ilk romanım olan Bozgunda Fetih Rüyası, bütünüyle yaşanmış olaylara dayanıyordu çünkü. Bu romanımsa yarı yarıya kurgu… Bir roman daha yazarsam tamamı kurgu olacak.

Şeyh Galib’in Hüsn-ü Aşk’ı yazma serüvenini ve Tanburi Cemil Bey’in izinde Cumhuriyet’in ilk yıllarını anlattığınız ikinci romanınızı Batılılaşma maceramızın bir serüveni olarak da okuyabilir miyiz?
Elbette, Ateş Denizi’nde Batılılaşma maceramızın en sert ve en acıtıcı safhalarından biri anlatılmaktadır. 1930’lar, Osmanlı geçmişimizle bütün bağların koparılmak istendiği yıllardır. Bu projenin büyük ölçüde başarılı olduğunu söyleyebilirim.

Kurgunun ateş ve yangın imglemi üzerinde ilerlemesi dönemin dramatik ortamına bir gönderme sanki?
Roman kahramanı Galip Tahiroğlu’nun yaptığı, ümitsizce yangından mal kaçırmaya çalışmak… Romandaki “trajik” burada. Bundan dolayı  hikâye ateş ve yangın metaforu etrafında şekilleniyor.

Eserin ana izleklerinden biri -bitmek bilmeyen tartışma- Doğu-Batı çatışması. Çatışma mı ağırlıkta yoksa tek taraflı saldırma mı ya da teslimeyet mi?
Romanda anlatılan dönemde artık Doğu Batı çatışması yok; çünkü Doğu, Batı'yla çatışacak takati kalmadığı için teslim teslim bayrağını çekmiştir. O yıllarda önemli bir entelektüel olarak karşımıza çıkan Ahmet Ağaoğlu, Üç Medeniyet adlı eserinde, İslâm ve Brahma-Buda medeniyetlerinin tamamen iflas ettiğini, bu sebeple tartışmasız bir üstünlüğe sahip olan Batı medeniyetini bütün müesseseleriyle kabul etmekten başka çare bulunmadığını ileri sürer.

Hemen aynı dönemde çıkan Selim İleri’nin Mel’un romanıyla ruh ikizi Ateş Denizi. Yıllarca farklı kulvarlarda, ortamlarda bulunmuş iki edebiyatçının aynı meseleler ışığında (Doğu Batı sorunsalı, yanlış Batılılaşma, kültür krizleri..) romanda birleşmesini nasıl yorumluyorsunuz?
Çok haklısınız; birbiri ardınca çıkan Mel’un ve Ateş Denizi arasında şaşırtıcı paralellikler var; doğru zamanda doğru sorular sorarsanız benzer cevaplar alırsınız. Selim Bey’in romanı hakikaten çok önemli meseleleri büyük bir ustalıkta gündeme getirerek tartışmaya açıyor.

Eserde Şeyh Galib’i anlatan “Ateş Denizinde Üç Gün” romanını yazmaya başlamış olsa da bitiremeyen bir Galip Tahiroğlu var. Onun için Beşir Ayvazoğlu desek yanlış mı olur?
Galip Tahiroğlu’nda benden izler var; bundan kaçınmak imkânsız. Fakat onun tamamen muhayyel bir karakter olduğunu, ailesi ve çevresiyle birlikte kurgulandığını unutmamak gerekir. Sadece şunu söyleyebilirim: Galip Tahiroğlu kılavuzluğunda bir kısmının biyografilerini yazdığım, bir kısmıyla yıllardır haşir neşir olduğum tarihî şahsiyetlerin arasına karıştım, yani adeta tayyizaman ederek 1930’larda yaşadım. Ateş Denizinde Üç Gün’den geriye kalan hikâyeler, benim 1990’larda yazmaya başlayıp bitiremediğim, birkaçı Dergâh dergisinde yayımlanan bölümlerin yeniden yazılmış şekilleridir. 

Bir şehrin yaşanmışlığından bir milletin yazgısını anlatıyorsunuz. Ateş Denizi için bir mekân romanıdır, diyebilir miyiz? Eserde İstanbul’u hemen her yönüyle yaşamak mümkün çünkü.
Elbette, bir mekân romanıdır. Galip Tahiroğlu köklü bir aileden gelen bir İstanbul çocuğu. İstanbul’a aşk derecesinde bağlı. Romanda 1930’ların İstanbul’undan çok canlı manzaralar  bulabilirsiniz. Beyazıt, Şehzadebaşı, Beyoğlu, Yenikapı Mevlevihanesi, Galata Mevlevihanesi, Sineklibakkal, Katip Muslihiddin Sokağı, İştaynburg Birahanesi vb.

Ateş Denizi bir edebiyat albümü niteliğini taşıyor. Ahmet Haşim, Nihal Atsız, Fatma Aliye, Abdülhak Hamid, Necip Fazıl, Mehmet Akif, Nâzım Hikmetı gibi dönemlerinin en önemli isimleriyla buluşuyor okur. Bilinen isimleri  roman kurgusuyla yazmak nasıl bir deneyim oldu?
Bir meselem vardı, 1930’ların atmosferini anlatmak… O yılları anlatabilmek için gerçek şahsiyetleri de kadroya dâhil etmekten başka çare yoktu. Bu bakımdan Ateş Denizi yarı belgesel bir roman olarak okunabilir. Muhayyel şahısları ve olayları gerçek şahıslar ve olaylara ek yerleri belli olmayacak şekilde monte etmek… Yaptığım bu... Bunun çok zor bir iş olduğunu tahmin edersiniz.

Bu toplum sürekli kendi içinde bir kültürel ve zihinsel çatışma ve ikililkler içinde. Bu coğrafyanın kaderi midir bu çatışmacı ruh hali. Dönüp dolaşıp aynı şeyleri tartışıyor, aynı ötekileştirici dili kullanıyoruz...
Bizim gibi ciddi kültürel kırılmalar ve buna bağlı travmalar yaşamış toplumlarda bu kaçınılmaz. Her meseleyi enine boyuna tartışmak zorundayız. Zaman zaman sivri dilliler çıksa da, sizin çatışma dediğiniz süreç, olgun bir tartışma seviyesine gelmek üzere. Çatışma, asıl manasında bütün meselelerimiz soğukkanlılıkla tartışılabildiği takdirde sona erecektir. Çatışma çıkmasın diye, problemlerin üzerini örtmek, ileride daha büyük problemlerin doğmasına yol açabilir.

http://kitap.radikal.com.tr/Makale/burasi-yangin-yeri-360180


FACEBOOK YORUMLAR

YORUMLAR

  • 0 Yorum