"BEN BİR TÜRK'ÜM DİNİM, CİNSİM ULUDUR" DİYEN TÜRK ŞAİRİ MEHMET EMİN YURDAKUL'U ÖLÜM YILDÖNÜMÜNDE ANALIM. / Nurullah Çetin

"BEN BİR TÜRK'ÜM DİNİM, CİNSİM ULUDUR" DİYEN TÜRK ŞAİRİ MEHMET EMİN YURDAKUL'U ÖLÜM YILDÖNÜMÜNDE ANALIM. / Nurullah Çetin
14 Ocak 2020 - 17:19

"BEN BİR TÜRK’ÜM DİNİM, CİNSİM ULUDUR” DİYEN TÜRK ŞAİRİ MEHMET EMİN YURDAKUL’U ÖLÜM YILDÖNÜMÜNDE ANALIM.

Nurullah Çetin


1869’da doğup 14 Ocak 1944 tarihinde uçmağa varan Millî Edebiyat akımının öncü şairlerinden Mehmet Emin Yurdakul, değişik memuriyetlerde ve milletvekilliklerinde bulunmuş, ama bunlardan öte şiiriyle, konuşmalarıyla, yazılarıyla Türk milletinin bilgilenmesi ve bilinçlenmesi adına büyük hizmetleri olmuş sahih bir Türk aydınıdır. Atatürk’ün tabiriyle Türk milletinin manevi babasıdır.

O, hem Millî Edebiyat akımının öncü bir şairi hem de Türk milletinin uyanık vicdanlı bir aydını olarak büyük hizmetlerde bulundu. 18 Ağustos 1911'de arkadaşlarıyla birlikte Türk Yurdu Cemiyeti’ni, 12 Mart 1912 tarihinde yine bazı arkadaşlarıyla bu sefer Türk Ocağı’nı kurdular.

Mehmet Emin, edebiyatın teknik ve estetik değerlerine pek fazla önem vermeyen, lirizmden yoksun, didaktik bir şair ise de ele aldığı konular bakımından Türk milletinin temel toplumsal, siyasi, kültürel, tarihî, askerî sorunlarına yer vermiştir. O, millî hassasiyetlerin belirleyici olduğu ve Anadolu Türklüğünün her anlamda perişanlığını, geri bıraktırılmışlığını dile getiren bir şairdi.

Mehmet Emin, 1897 Osmanlı-Yunan Savaşı öncesinde bir Türk milliyetçisi olarak sade Türkçeyle, hece vezniyle, Anadolu Türk halkının sorunlarını dile getirmeye, Türk halkı için edebiyat yapmaya başladı. 1897’de Selanik’te yayınlanan Asır gazetesinde çıkan “Cenge Giderken-yahut- Anadolu’dan Bir Ses” şiiri, Millî Edebiyat akımının ilk önemli ürünü kabul edilir.

1898'de yayımladığı Türkçe Şiirler kitabıyla Mehmet Emin, Millî Edebiyat akımını başlattı. Bu kitabını yayınladığında büyük bir ilgi gördü. Recaizade Mahmut Ekrem, Abdülhak Hamit, Şemseddin Sami, Rıza Tevfik, Fazlı Necip gibi şair ve yazarlar da Mehmet Emin’in yeni tarz şiirlerini desteklediler. Hem yurt içinde, hem de yurt dışında büyük bir ilgi gördü. Türkoloji dünyasında “İlk Millî Türk Şairi” kabul edildi.
İzmir'de çıkan Hizmet ve Ahenk, Selânik'te çıkan Çocuk Bahçesi gibi süreli yayın organlarında sade Türkçeyle yazılmış manzum ve mensur metinler yayımladı.

*MİLLİYETÇİLİĞİ:
Mehmet Emin, milliyetçilik düşüncesini döneminin aydınlarından Şeyh Cemaleddin-i Afgani’den öğrendi. Afgani’ye göre İslam dünyası, bir bütün olarak tamamiyle geri durumdadır. Bu kötü durumdan kurtuluşun yolu, İslam ümmetine mensup olan milletlerin ayrı ayrı millî kimlik ve benliklerine kavuşup kalkınması, bundan sonra da birlikte hareket etmeleriyle mümkündü.

Yani önce İslam milletleri milliyetçi bir anlayışla kendi durumlarını düzeltecekler, sonra İslam birliği içinde birlikte hareket edeceklerdir. Afganistan, İran, Hindistan, Mısır ve Türkiye önce kendi içlerinde milliyetçi ruhu canlandırmalıdırlar.
Mehmet Emin Türkçülüğünde, temel kavramlar: Milliyetçilik, medeniyetçilik ve halkçılıktır. O, milliyetçilikten Türklerin millî ve dinî değerlerinin tamamını kapsayan Türk-İslam milliyetçiliğini anlamıştır.

MEHMET EMİN’İN ÇOK BOYUTLU MİLLİYETÇİLİK ANLAYIŞI

A. COĞRAFÎ VE TARİHÎ YAPIYI ESAS ALAN MİLLİYETÇİLİK YAKLAŞIMI:
Mehmet Emin, zaman ve zemine, değişen şartlara ve gelişen zamana göre eserlerinde coğrafî ve tarihî yapıyı esas alan milliyetçi tavırlarını da sergilemiştir. Bu bağlamda bir dönem Osmanlı Türklüğünü, bir dönem bütün Dünya Türklüğünü esas alan Turancı milliyetçiliği, bir dönem Anadolu merkezli bir milliyetçiliği, bir dönem de Cumhuriyet dönemini yücelten bir milliyetçi tavrı öne çıkarmıştır.

Fakat bütün bu farklı gibi görünen yaklaşımlar, aslında birbirine zıt değil; birbirini tamamlayan yaklaşımlardır. Bu da onun tek boyutlu değil; çok boyutlu bir milliyetçi düşünceye sahip olduğunu gösteriyor. Şimdi bu bütün Türklük yapısını esas alan milliyetçi tavırlara kısaca temas edelim:

1. Osmanlı Türklüğü Merkezli Bir Milliyetçilik:
Mehmet Emin, Türkçe Şiirler kitabındaki şiirleriyle daha çok Osmanlı Türklüğünü ele almıştır. Osmanlı Devleti’nin kuruluşu ile başlayan ve Osmanlı Devleti içinde yaşayan Türkleri temel alan bir milliyetçilik düşüncesine sahiptir. Şiirleri, konuşulan sade Türkçe ile, hece vezniyle yazılmıştır ve daha çok Türk halkının acılarına, fakirliklerine, yetim ve öksüzlere yer verir.

Anadolu Türk köylüsü ile İstanbul’un kıyılarında yaşayan fakir Türk halkının toplumsal, ekonomik sorunlarını dile getirmiştir. Onları kalkındırmaya, toplumsal ve ekonomik durumlarını yükseltmeye çalışmıştır. Bireyci değil, toplumcu bir edebiyat yapmıştır. Merhamet duygusu oldukça kuvvetlidir ve şiirlerinde çok etkili şekilde hissettirilir.

Mehmet Emin, “Selam Sana” şiirinde Osmanlı Devleti’nin doğuş sürecini, Osman Gazi’nin tarihî kişiliğini uzun uzun anlatır. Buna göre Osman Bey, ortaya çıktığı bölgede hangi dinden olursa olsun zulüm gören insanlar için adaletiyle, yardımıyla bir kurtarıcı figür olarak sunulur.

Asil bir Türk beyi olarak Osman bey, mazlum yeryüzünün ümididir. Anadolu’da Doğu Roma İmparatorluğunun zulmü altında inleyen insanların, esirlerin, zayıfların koruyucusudur. O, gözyaşı yurtlarının çoktandır aradığı demir eldir. O, sahipsiz milletlere Gök Tanrı’nın gönderdiği bir mucizedir.

Osman Bey, Hz. Muhammed’in dört bucağı vatan yapma hayalini kuran adamdır. Oğuz Han neslinden olan Osman Bey, yurdu üstündeki herkesi Tanrı emaneti olarak görür, her ferdi mesut etmek ister. O, Kayserlerin mazlumlarını, Tekfurların kurbanlarını, kara bahtın mahkûmlarını, Doğunun yetimlerini kendi adaletine çağırır. Osman Bey, yönetimi altındaki herkesi koruyan bir çobandır.

Şiirin devamında Osmanlı Türklerinin ortaya koyduğu büyük, evrensel Türk-İslam kültür ve medeniyet başarılarını, eserlerini birer birer sayar ve sonunda Osmanlı Devleti’ne ve bu devleti yürütmüş Osmanlı Türklerine minnetini şöyle ifade eder:
“Bizden, senin bıraktığın bu vatana
Bir Osmanlı vicdanıyla yüzbin minnet;
Bizden, senin bıraktığın hanedana
Bir asil Türk yüreğiyle candan hürmet!”(s.120)

2. Turancı Milliyetçilik:
Mehmet Emin, daha önce Osmanlı Türklüğü üzerinde yoğunlaşmışken 1911’den itibaren Turancılık düşüncesini de dillendirmeye başlamıştır. Bundan sonra Türk aydınlarına seslenerek bütün dünya Türklüğünün birleşmesi, ortak hareket etmesi, Türklerin eski ihtişamlı dönemlerine yeniden dönülmesi gereği üzerinde durur.

Mehmet Emin, büyük bir Turancıdır. Bütün Dünya Türklerinin birleşmesi gereğini vurgular. Bütün Türk boylarına aynı milletin evladı olduğumuzu hatırlatır. Dünyanın pek çok yerine dağılmış Türk boylarının içinde bulundukları esaret sorunlarına değinir ve Türklerin her anlamda kurtarılması gerektiğine işaret eder. O, Şiirlerinde bu konuya büyük bir önem vermiştir. Şöyle der:

“Türk birliği: Bu benim bir mübarek imanım,
Bu mukaddes aşkı ben
Bize ayrı yurt veren, ayrı dille söyleten
Allah’ımın birliği gibi yüce tutanım.
…….
Ey kardaşlar! Bizler ki aynı ırkın oğluyuz;
Kızıl, Sarı, Kara, Gök, Ak Hanların soyuyuz.
O ihtiyar Nuh’lardan evvel yine hep birdik;
Büyük Turan ruhuyla Türk’e fatih dedirdik.
Bugün bizi çağıran
Aynı ruhun ilahî seslerine toplanın
Kalbimizde parlayan
Ateşlerin göklerden geldiğine inanın.”
(s.152, 153)

Mehmet Emin, "Irkımın Türküsü" şiirinde Turan düşüncesini, Türklerin tarihî süreç içerisindeki üstün meziyetlerini sayarak vermeye çalışır. Türk tarihini en eski zamanlardan başlatır:

“O Turan ki onun her bir bucağı
Bize nice hikâyeler nakleder;
Binbir hakan sayan aziz toprağı
Hind'den, Çin'den önce doğan benim! der".

Ayrıca "Ey Türk Uyan", "Aç Bağrını Biz Geldik", "Ey İğnem Dik", "Ordunun Destanı", "Dicle Önünde", "Ninni", "Çar'a", "Gülsün Artık" gibi şiirlerinde de Turan düşüncesine değişik şekillerde yer vermiştir.

Mehmet Emin, Kırım Türk’ü İsmail Gaspıralı gibi Türk dünyasının, Turan coğrafyasının önemli kişileri için şiirler yazdı. Onların kişiliklerini, fikirlerini ve Türklük davası için ortaya koydukları faaliyetleri öven şiirler yazdı.

Şair, sadece Türkiye Türklüğünün değil, aynı zamanda bütün Dünya Türklüğünün Turancı bir şuurla uyanmasını ve ayağa kalkmasını ister:
“Ey kardaşlar uyanın,
Şu Türklük’e can verin;
Hep arılar kovanın;
Turan ili Türklerin!..”(s.129)

3. İstanbul Yerine Anadolu Merkezli Milliyetçilik:
Mehmet Emin, Yahya Kemal gibi bazı Türk aydınlarının eksik bir şekilde İstanbul medeniyeti ve kültürü merkezli bir milliyetçilik tavrına karşı Anadolu merkezli bir milliyetçilik anlayışını öne çıkardı. Yahya Kemal, İstanbul’da üretilen ince, süzülmüş, aristokrat bir Türk kültür sentezini esas alıyordu.

Bu bağlamda mesela İstanbul merkezli Divan edebiyatını öne çıkardı, ama Anadolu merkezli Türk halk edebiyatına önem vermedi. Aruz veznini kullandı, ama heceyi bir şiiri dışında kullanmadı. Şiirlerinde hep İstanbul’a yer verdi ama Anadolu’ya yer vermedi. İstanbul merkezli klasik Türk müziğine önem verdi, ama Türk halk türkülerine önem vermedi. Şiirlerinde Boğaziçi’nde büyümüş Türk güzeline yer verdi, ama Anadolu’da büyümüş köylü güzeline yer vermedi.
Mehmet Emin ise Anadolu Türklüğünü merkeze alan bir milliyetçi tavrı daha çok öne çıkardı. Bunu yaparken Mehmet Emin, İstanbul’u da yok saymamıştır.
Mehmet Emin'in,

“Ey mübarek Anadolu toprağı!
Hani senin bahtiyarlık hukukun,
Hür düşüncen, millî duygun, kanunun?
Hani senin yeni ruhlu çocuğun
Sevgin, neş'en, çalgın, türkün, oyunun?"

diye seslendiği "Anadolu" şiirinde kocası şehit olmuş bir Anadolu kadınının sefaleti, fakirliği, geri kalmışlığı ve çilesi aktarılarak İstanbul'un yani hükûmet merkezinin Anadolu'ya yani taşraya olan ilgisizliği vurgulanır. O, bu konuyu daha çok Anadolu'nun savaşlar sonucu harabeye dönüşmüş halini, fakirliğini, devlet tarafından yeterince ilgi ve yardım görmemesini, hep acınacak olumsuz yönlerini işler.

Mehmet Emin, Anadolu Türkü’nün sosyal sefalet sorunlarını dramatik bir tahkiye üslûbuyla veriyor. Savaşlardan arta kalan yetim çocuklar, dul kadınlar, türlü sebeplerle geçinemeyen kızların onurlarını ayaklar altına alan çalışma durumları, dilencilerin acınası halleri, hayırsız evlâtların fakir analarına eziyetleri, fakir kayıkçıların geçim dramı, birçok şiirinde anlatılır.
Şair, halkın, Anadolu köylüsünün dugularına tercüman olan bir şiir ister. Bu bağlamda şöyle der:

“Biz o şi’ri isteriz ki çifte giden babalar,
Ekin biçen genç kızlarla, odun kesen analar,
Yanık sesin dinlerlerken gözyaşların silsinler.”(s.21)

Bu mısralar, başlıkta vurgulandığı gibi İstanbul yerine Anadolu’nun öne çıkarılması gereğini ifade eder. Daha önce Türk şairleri, genellikle İstanbul’da ya da buna benzer diğer bazı büyük şehirlerde yaşayan insanlarımızın duygularına hitrap eden şiirler yazıyorlardı. Mehmed Emin buna tepki olarak, kendisinin İstanbul yerine Anadolu köylüsü için şiir yazacağını ve yazılması gerektiğini vurgulamak ister.

Mehmet Emin, Anadolu’yu aynı zamanda millî pastoral bir duyarlık arkasından da ele alır. Bu konudaki tepkisi ise daha önceki şairlerin genellikle İstanbul merkezli ya da Anadolu köylerini ele alsalar bile bireysel duygularına ve zevklerine hitap eden bir pastoral duyarlık geliştirmiş olmalarınadır. Mesela Tevfik Fikret “Ömr-i Muhayyel” ve “Yeşil Yurt” gibi şiirlerinde köyleri, kırsal alanları daha çok bireysel duygular açısından işlemişti. Mehmet Emin ise Anadolu köylerine millî pastoral bir bakış açısıyla yaklaşıyor. Mesela şu şiirine bakalım:

“ŞEHİT YÂHUD OSMAN’IN YÜREĞİ

Ey güzel köy! Viran olma, sakın şu genç yaşında;
Dağlarında taze otlar, penbe güller biterken.
Ey çobanlar! Beni anın, coşkun sular başında;
Yaprakların arasında yavru bir kuş öterken.

Ey parlak ay! Işığın saç, yolcuların gözüne;
O yerde ki kötü gece gizlemiştir mezarım.
Ey yolcular! Beni sorun, milletimin özüne;
O günde ki bir zelzele düzlemiştir mezarım.

Ey Türk kızı, ey ana, "Sus!", sende duygu yok mudur?
Bir oğlunu, bir goncanı kurban ettin çok mudur?
Her yanına kaygu çökmüş şu vatanın yolunda.

Ey Türk ili, ey vatan! Sen herbir yerden ulu'sun!
Eski, yeni, tatlı, yanık sesler ile dolusun!
Sevgi, gençlik, istek, sağlık feda olsun yolunda!..”(s.28)

Mehmet Emin, ayın zamanda İstanbul merkezli bireysel duyguların ve konuların ağır bastığı seçkinci bir edebiyata tepki olarak Anadolu Türk’ünün toplumsal sorunlarına yaslanan bir edebiyatı öne çıkarır. Nitekim bir şiirinde gerek Divan şiirine, gerekse Tanzimat sonrası bazı bireyci şiir anlayışlarına olan tepkisini şöyle ifade eder:

“Sizler gidin, genç kızların türküsüyle şen olun!

Varın sizler, onlar ile korularda el ele
Gezin, gülün, bir çift bülbül aşkı ile yaşayın;
Yalnız kendi, yalnız kendi ruhunuzu okşayın!

Zavallı ben, elimdeki şu üç telli saz ile
Milletimin felaketli hayatını söyleyim;
Dertlilerin gözyaşını çevrem ile sileyim!...”(s.47)

4. Cumhuriyet Merkezli Atatürk Milliyetçiliği:
Mehmet Emin, çok yönlü bir milliyetçidir. Kendi döneminde Türk milletinin bütün dönemlerine, sorunlarına, özelliklerine yer vererek çok yönlü bir milliyetçi tavır sergiledi. Mesela sadece Osmanlı milliyetçiliği değil; hem Turan, hem Osmanlı, hem de Cumhuriyet dönemlerini içine alan milliyetçi yaklaşımlar ortaya koydu.

Bu bağlamda dönemin şartları gereği Balkan Savaşları, I. Dünya Savaşı, Mütareke, Millî Mücadele ve Cumhuriyet dönemlerini de şiirlerinde ciddiyetle ele aldı. Bu bağlamda Atatürk’e ve kurduğu millî Türk Devleti olan Türkiye Cumhuriyeti devresine de milliyetçi bir Türk olarak yaklaştı.
Mehmet Emin, aynı zamanda Millî Mücadelemizin zorlu yokuşlarında başbuğ Mustafa Kemal Paşa ile birlikte mücadele vermiştir. Birçok şiirinde Millî Mücadele ruhunu ve Atatürk sevgisini de görmek mümkündür.

“Vur” adlı şiirinde Millî Mücadelede işgalci emperyalist Haçlı saldırganlara karşı Türk askerini millî direniş konusunda coşturucu mısralar söyler. Şiirin ilk bendi şöyledir:

“Ey Türk vur, vatanın bâkirlerine
Günahkâr gömleği biçenleri vur;
Kemikten taslarla şarap yerine
Şehitler kanını içenleri vur!” (s.289)

Mehmet Emin, “Ankara” adlı şiirinde Atatürk’ü emperyalizme direnen ve Türk’ü özgürlüğüne kavuşturup bir yeni devlet ve bir yeni gelecek hazırlayan öncü bir Türk beyi olarak takdim eder. Ona göre Atatürk, Ankara’yı yeni Türk devletinin millî bir başkenti yapmıştır. Millî Mücadeleyi soylu bit Türk beyi olarak yürütmüş, zulüm, haksızlık ve adaletsizlik yapmamıştır.
Bu bağlamda mesela Ankara’ya girerken ak saçlı esirler sürüklememiştir. Korkudan titreşip yola dökülen çocuğa, kadına, “ölüm!” dememiştir. Ankara’nın önünden o, Tiranlara hakaretler yağdırdı, yumruk uzattı. Sezar ruhu taşıyanlara Tanrılar gibi bir yıldırım attı. Bu şehrin içinde Cumhuriyet’e en halkçı bir ruhla ün kazandırdı. Bir çölün üstünden insanlığa bir yeni Isparta doğdu zannettirdi.

Bu şehri fen, sanat, bilim timsalleriyle bir fikir beldesi olarak kurmuştur. Dehanın şiir olan hayalleriyle bu şehri yontarak renk, nakış vurdu. Bir eski dünyayı yıkmak isteyen dehasından yarının ruhunu buldu. Taassup ve cehaleti yık, devir diyen bir yeni dünyanın öncüsü oldu. Gayesi barış olan insanlığın kalbinden aldığı ateşi verdi.

Fatihlik aşkına medeniyetin zekâya açtığı yolu gösterdi. Bir yeni ülküye, yeni zamana, bir yeni hayata diye haykırdı. Bir yeni dünyayı yeni insana gösterip “buraya” diye çağırdı.
Şair, “Mustafa Kemal Zafer” isimli şiirinde de Atatürk’ü Türk milletini işgalcilerden, düşmanlardan, cehaletten kurtaran bir figür olarak sunar. Ona göre Atatürk, idam edilmek isteten Türk milletini kurtarmıştır. Taş beldeler, kerpiçten duvarlar içinde yaşayan, bin yıllık yosunlu harabeler, isimsiz mezarlar içinde bulunan Türk milletini kurtaran adamdır. Atatürk, Türk’ün içinde bulunduğu her türlü aşağılığa, geriliğe, ilkelliğe karşı çıkarak milletini refaha, mutluluğa ulaştırma kararlılığında olan bir Türk beyidir. Şöyle der:

“Hayır, ey milletim, bu zelil hayat,
Bu zincir, bu zulüm Türk için değil;
Bu alın yazısı, bu mukadderat,
Bu nisyan, bu ölüm Türk için değil.”(s.325)

B. SOSYOLOJİK ve KÜLTÜREL YAPIYI ESAS ALAN MİLLİYETÇİLİK YAKLAŞIMI
Mehmet Emin bazı şiirlerinde Türk milletinin toplumsal yapısını, sosyolojik boyutunu esas alan bir milliyetçi tavır da geliştirmiştir. Bunlar da kısaca şöyledir:

1. Hümanist Halkçılığa Karşı Milliyetçi Halkçılık:
“Halk” terimiyle genellikle bir milletin sosyal, ekonomik ve eğitim kültür bakımından geri ve alt katmanlarında bulunan kesimi kastedilir. Halkçılık ya da toplumculuk da bu kesimin sorunlarını dile getirmek ve onlara sahip çıkmaktır. O dönemde halkın sorunlarına yer veren başlıca üç önemli şair vardı: Tevfik Fikret, Mehmet Akif ve Mehmet Emin.

Tevfik Fikret, halkın sorunlarına ne olduğu tam belli olmayan soyut ve hayalî manadaki bir hümanist anlayışla yaklaşıyordu. Tevfik Fikret, birçok şiirinde fakir, ezilmiş, itilip kakılmış, çaresiz, zavallı, kimsesiz halkın sosyal ve ekonomik sorunlarına yer verir. Ama onların sorunlarına bir Türk milliyetçisi olarak ya da İslamî merhamet duygusuyla değil de daha genel manada insaniyetçi, hümanist açıdan yaklaşır.
Mehmet Akif ve Mehmet Emin ise millî-İslamî bir ruhla yaklaştılar.

Mehmet Emin halkçılığı fakir, perişan, mağdur ve mazlum Türk halkının sorunlarına çözüm bulmak olarak anlar.
O, Türk halkının toplumsal, ekonomik, eğitimsel, kültürel durumlarını daha da ileriye götürmek düşüncesiyle halkçıdır. O, Marksizmin öngördüğü şekilde ezen-ezilen, burjuva-proleterya gibi tabakalara ayıran sınıflaşmaya dayalı bir halkçı değil, Türk milletinin tamamını içine alan milliyetçi bir halkçıdır. Yani varlıklı ve aydın sınıflar, fakir ve geri sınıfların karşıtı ve düşmanı değil; onları kalkındıracak, yardım edecek kesimlerdir. Dolayısıyla Türk milleti halkıyla, aydınıyla, zenginiyle, idarecisiyle bir bütündür.

Mehmet Emin, işçilere, işsizlere, köylülere, çiftçilere, yetimlere, dul kadınlara, gazilere, askere, analara, babalara hitap eden, onların anlayabileceği, onları aydınlatan şiirler yazdı. Şiirlerinde kibrit satarak geçimini sağlamaya çalışan küçük kız çocuklarının dramını, zengin ama ruhsuz ve duygusuz kocalar elinde harab olmuş zavallı kadınların ıstırabını, gece gündüz çalıştığı halde hayırsız oğlu tarafından bıçaklanan anaların çilesini aktardı.

Şair, Anadolu köy ve kasabalarındaki yetimlerin acılarına aynı millete mensup olan bir kişinin millî hisleriyle tercüman olmuştur. Mesela bir şiirinde şöyle der:
“Ey Allah’ım! İnsanoğlu başkasıçün kaygusuz;
Önümdeki karlı dağlar, uçurumlar duygusuz;
Beni koru; yetim hakkın kurda kuşa yedirtme!

Şu insanlar acımak ne bilmeyecek iseler,
Yetimlerin gözyaşların silmeyecek iseler,
Kes neslimi, bu toprağa bizden evlat getirtme!”(s.32)

Şair, Anadolu köylülerinin kendi aralarındaki toplumsal sorunlarına da genişçe yer verir. Bunlardan birisi çok eşlilik, cahillik, duygusuzluk, insanî değerlerden yoksunluk gibi nedenler sonucu ortaya çıkan dramatik ve trajik durumlardır. Bu bağlamda en çok yetim, sahipsiz, kimsesiz kızların derdine tercüman olur. Nitekim “Zavallılar” şiirinde şu hikâyeye yer verir:

Bir köy muhtarı, oğluna yetim bir kız alır. Fakat sonra bir ortağın beslemesi olur. Kocası tarafından bayırların sırtında ırgat gibi çalıştırılmakla kalmaz, aynı zamanda yumruk ve sopalarla hayvan gibi dövülür. Bu da yetmez evden kovulmak istenir.

“Kaynana ile Damat” adlı şiirinde ise çok eşli bir erkeğin eşlerinden yetim ve fakir birine hakaretler etmesine, onu evinden kovmasına yer verir. Bu durum karşısında kadının yaşlı anası kızına şöyle der:

“Haydi carlan; gedel gidelim, gel gidelim, gel kuzum.
Sus ağlama, benim ahu gözlü, yosma meleğim.
Artık bitti acı sözler, artık bitti dayaklar;
Onun olsun o bahçeler, o altınlar, inciler;
Onun olsun o tarlalar, o inekler, keçiler;
Onun olsun o dört gözlü, ak sıvalı konaklar!...
Sana yeter, benim damım, kara kuru ekmeğim!...” (s.49)

“Ahretlik” şiirinde ise köyünden İstanbul’a birkaç yıllık hizmetçilik parasıyla babasına öküz almak için gelen zavallı bir kızın dramına yer verilir.

“Anadolu” şiirinde ise bir başka drama yer verilir. Burada öküzü ve toprağı olmayan, kocası şehid olmuş, bir ninesi bir oğluyla kalmış, soyu sopu yoksul olan ve ot toplayıp onları yiyerek ayakta kalmaya çalışan bir Türk kadınının dramını acıklı bir tahkiye üslubuyla anlatır. İstanbul’un Anadolu’ya ilgisizliğini, kayıtsızlığını, İstanbul-taşra karşıtlığını göstermesi açısından kadının şu sözleri önemli:

“Ah efendi, bize karşı İstanbul
Neden böyle bir sert, yalçın taş gibi?
Taşraların hayvanlık mı nasibi?”(s.54)

Şair, bu kadının durumu karşısında mazlum ve mağdur Türk köylüsünün özellikle de pek çok haktan mahrum bırakılmış Türk kadınının haklarını savunmak, onların durumunu iyileştirmek adına halkçı milliyetçi tavrını şöyle ortaya koyar:

“Senin sesin hayat için döğüşmeye koşturur;
Senin sevgin vatan için fedakârlık öğretir;
Seni yüzün insan için bir merhamet duyurur;
Senin ile insan oğlu yer yüzünü şenletir.
Lakin bizler bu hakları unuttuk;
Kadınlığı hayvanlıkla bir tuttuk;
Ninen gibi sana dahi hor baktık;
Seni dahi garip, yoksul bıraktık!..” (s.54)

Mehmet Emin Anadolu’nun her yönden geri bırakılmış olmasına şöyle hayıflanır:
“Ey vatanın bağrı yanık bucağı!
Hani senin bereketli hasadın,
Yeşil yurdun, mesut çatın, şen çiftçin?
Hani senin medeniyet hayatın,
Yolun, köprün, kazman, iğnen, çekicin?
Ey Türklüğün otağı,
Ne vaktedek bu acıklı sefalet,
Bu viranlık, bu inilti, bu kaygu?
Ne vaktedek bu uğursuz cehalet,
Bu taassup, bu görenek, bu uyku?” (s.56)

Mehmet Emin, Türk milletinin ister köyde, ister şehirde yaşasın; fakir, işsiz ve çaresiz halk kesimlerinin toplumsal ve ekonomik sorunlarına tercüman olarak toplumcu halkçı bir milliyetçilik çizgisini başlatmış ve en iyi şekilde de temsil etmiştir. Sonraki zamanlarda halkın toplumsal ve ekonomik sorunlarına Mehmet Emin’i izleyen milliyetçiler yerine Marksist Sosyalistler sahip çıkmaya başlamışlardır.

Milliyetçilik ise daha ziyade kültür, edebiyat ve tarih milliyetçiliği hâline gelmiştir. Bugün de Türk milliyetçilerinin gündeminde ciddi anlamda halkın sorunları diye bir mesele yoktur. Bu konuda günümüz Türk milliyetçilerinin Mehmet Emin’den öğrenecekleri çok şey vardır.

2. Emperyalizme ve Oryantalizme Tepki Koyan Bir Milliyetçilik: Mehmet Emin, emperyalizme karşı milliyetçi bir tepki koyma tavrını ve bilincini Cemaleddin-i Afgani’den almıştır. Bununla ilgili olarak bir mülakatında şunları söyler:

"Cemâleddin, şüphe yok ki, bu son asrın en büyük inkılâpçılarından biridir. Bu büyük adamın ideali, İslâm milletlerini yeni yolda, hurâfesiz tedrislerle (eğitimle) manevî bir kudret (güç) vererek yeni hayata doğru götürmek ve Garb'ın (Batının) emperyalizmi altında esir ve mahkûm milletleri ayaklandırarak isyan sayhalarıyla (haykırışlarıyla) hürriyet ve istiklâllerine kavuşturmak ve bunlarda bir İslâm birliği yaratmaktır.

Nitekim bu idealinin birinci kısmını Mısır'da tahakkuk ettirmeğe (gerçekleştirmeye) çalışarak, Mısır Müftüsü Şeyh Muhammed Abdüh gibi büyük ve yeni ruhlu âlimleri yetiştirdiği gibi, ikinci kısmını da tahakkuk için Paris'te Şeyh Muhammed Abdüh ile birlikte çıkardığı El-'Urvetu'l-Vuskâ adlı gazetesiyle çalışmıştı.
Cemâleddin yanında bulunanların ruhlarını hürriyet aşkı ile tutuşturur, her çeşit zulüm ve istibdada (baskıya) karşı kalplere kin ve husûmet koyardı. O, dünyâyı bir malikâne yapmak isteyenlerin amansız düşmanı olduğu gibi, milletlere kahr ve şiddetleri altında can çekişme hayatını yaşatan zalim hükümdarların da afvetmez bir hasmı idi.

O, herhangi bir yolda bir zulüm ve kahr haberi alacak olursa, dişlerini gıcırdatır ve ellerini sıkardı, gözlerinde şimşekler çakardı; ayağa kalkıp gezinmeğe başlar, birdenbire durarak gülüyor gibi bir sesle, 'Allah'ım, biliyorum ve inanıyorum ki her yerde Hâzır ve Nâzır'sın; lâkin zulmün bulunduğu yerde de varsın!' derdi".

"Kendisinin inkılâpçı ruhundan alev alanlar, onu, susamış bir yolda derin bir vecd ile dinlerler ve bu ruhun esrarlı tesiri altında bulunurlardı. Bittabi bunlardan birisi de benim; lâkin ben, yukarıda da söylediğim gibi, kendi Tûr'umda, kendi ideal Tanrı'mdan vahy ve ilhamımı almış ve vahy'lerimi şiirlerime geçirmiştim.”

Mehmet Emin, özellikle 2. Meşrutiyet sonrası süreçte Batı emperyalizminin Osmanlı Devletini iyice parçalayıp dağıtma çalışmalarını hızlandırdığı, Türk’ün millî ve manevî değerlerini yok etmek istediği, Türk dışı unsurların tahrik edilip Türklerin tahkir edildiği bir dönemde bu türlü emperyalist ve oryantalist projelere tepkisini sert biçimde “Anadolu’dan Bir Ses Yahud Cenge Giderken” adlı şu şiiriyle ortaya koydu:

“Ben bir Türk’üm dinim, cinsim uludur,
Sinem, özüm ateş ile doludur,
İnsan olan vatanının kuludur,
Türk evladı evde durmaz; giderim!

Yaradan’ın Kitab’ını kaldırtmam,
Osman’cığın bayrağını aldırtmam,
Düşmanımı vatanıma saldırtmam,
Tanrı evi viran olmaz; giderim!

Bu topraklar ecdadımın ocağı,
Evim, köyüm hep bu yerin bucağı,
İşte vatan! İşte Tanrı kucağı!
Ata yurdun evlat bulmaz; giderim!

Ak gömlekle gözyaşımı silerim.
Kara taşla bıçağımı bilerim.
Vatanımçün yücelikler dilerim.
Bu dünyada kimse kalmaz; giderim!”(s.22)

Bu şiiriyle Türk’ün ruhuna, özüne, acısına, sevincine tercüman olmaya çalıştı.
Mehmet Emin, bu mısraları rastgele, boşu boşuna söylemedi. O sıralarda; özellikle 19. yüzyılda emperyalist ve oryantalist Batı, Türk’ün dini olan İslam’ı ilkel ve gerici bir din; Türk’ün cinsini yani ırkını ve milliyetini de barbar bir kavim olarak nitelendiriyordu. Çünkü Türk’ün dinini ve milliyetini önce itibarsızlaştırıp, değersizleştirirse, kolayca sömürebilecek, dağıtabilecek ve yok edebilecekti.

Mehmet Emin, emperyalist Batı ve yerli işbirlikçilerinin Türk’ün dinini ve cinsini aşağılamasına tepki olarak gür bir erkek Türk sesiyle millî direnişi başlattı. Türk’ün hem dinî hem de millî değerlerinin bir bütün ve değerli olduğunu, Türk’ün kimliğinin Türk-İslam ülküsü olduğunu, hiç kimsenin Müslümanlığımızı ve Türklüğümüzü sorgulayamayacağını haykıran bir yiğit ses olarak öne düştü.

Şair bu şiirinde emperyalistlerin hedefinde olan Türk’ün dinini, cinsini, vatanını ve bayrağını korumak adına köktenci bir tavır ortaya koyuyor. “Osman’cığın bayrağı” ifadesi de basitçe söylenmiş bir söz değildir.

Zira emperyalist haçlı Hristiyan dünya, Osman Bey’in kurduğu Yüce Osmanlı Devleti’ni paramparça etmek istiyordu. Osmanlı Devleti’nin bağımsızlığının, birlik ve bütünlüğünün simgesi olan Osmancığın bayrağını emperyalizme teslim etmemek, Mehmet Emin’in anti emperyalist ve istiklalci bir Türk milliyetçisi olduğunu gösterir.

Mehmet Emin, emperyalizme olan tepkisini 1897’de Türk-Yunan Savaşı münasebetiyle yazdığı “Yunan Sınırını Geçerken” adlı şiirinde de kesin bir şekilde ortaya koyar:
“Hangi Türk’tür gerdenine (boynuna) urgan, kement vurdurur?
Hangi Türk’tür mecidine çanlı kule kurdurur?
Milletimiz köle olmaz; böyle günde kim durur?
Biz Türkleriz; Kızılırmak olur böyle taşarız!” (s.24)

Burada Türk milletinin boynuna kement vurmak, onun istiklalini yok ederek köleleştirmeyi, esir almayı siyasi istiklalini ortadan kaldırmayı; mescidine çanlı kule kurmak ise İslam’ı yok edip yerine Hristiyanlığı hâkim kılmayı yani kültür emperyalizmini ifade ediyor. Şair, batıdan gelen bu emperyalist tavra tepkisini böyle kararlı bir şekilde ortaya koyuyor.
Mehmet Emin, emperyalizme olan tepkisini bir başka şiirinde şöyle ortaya koyar:

“Bizim mağrur Kayserler’e diz çöken
Hiçbir alçak askerimiz doğmadı;
Dârâlara sâkiyelik eyleyen
Her esir kız başka millet evladı.” (s.111)

Mehmet Emin, Çanakkale Savaşlarını Emperyalist Batının bize karşı saldırgan bir tutumu olarak görmüş ve tepkisini sert bir şekilde ortaya koymuştur. Şöyle der:
“Şı canavar İngilizler, Fransızlar..
Bu hürriyet düşmanları vicdansızlar
Al-i Osman devletini
Hindistan’a, Cezayir’e çevirsin mi?
Muhammed’in ümmetini
Esaretin zincirleri kemirsin mi?

Layık mı ki, bizim yüce tahtımızda
Kıralların sadaları işitilsin?
Bir yabancı ses duymayan çatımızda
Candan aziz namusumuz çiğnetilsin?

Bugün Şark’ın bütün aziz kubbeleri,
Altay, Atlas, Himalaya tepeleri
Harameynler, İstanbullar
Bize büyük ümitlerle güvenmekte;
Milyonlarca mazlum dullar,
Masum canlar, “zafer!” diye seslenmekte,”(s.188)

3. ”Barbar Türk” İmgesine Karşı “Medenî Türk” İmgesi:
Mehmet Emin’in Türk milliyetçiliği anlayışının temel dinamiklerinden biri de batı oryantalizminin dünya kamuoyuna ısrarla dayatmak istediği “barbar Türk” imgesine tepki olarak “medeniyet ve kültür üreten, dünyaya adalet, hak hukuk, iyilik ve yardım götüren Türk” imgesini yerleştirip yaymaya çalıştı.
Bir çok şiirinde Türklerin en eski zamanlardan beri bulundukları yerlerde kültür ve medeniyet ürettiğinden, büyük sanat, bilim, edebiyat eserleri verdiğinden, cami, medrese gibi mimarlık eserleri ortaya koyduğundan bahseder.

“Irkımın Türküsü” adlı şiirinde Türklerin kültür ve medeniyet alanlarındaki öncü rollerinden bahseder. Buna göre en eski zamanlarda ilk ateşi parlatanın, ilk sapanla sert toprağa tohum atanın, ilk ocağa temel koyanın Türkler olduğunu söyler.
İlk çadır kuranın, ilk kervanı çıkaranın da Türkler olduğunu belirtir. Biz Türkler insanlararası toplumsal ilişkileri en iyi düzenleyen milletiz. Türkler büyüğü küçüğü bilir, yaşlı ve hastalara önem verir. Yetim ve sefilleri biz evlat ve kardeş olarak görürüz. Bizde temiz ahlaklı, güvenilir, doğru, cesur, kahraman bir milletiz.

“Ey Türk Uyan” şiirinde Türklerin çok büyük bir medeniyet üretip yaşattığını ısrarla vurgulama gereği duyar. Dışardan batılı oryantalistlerin içerden de onların sözcüsü olan yerli oryantalistlerin Türkleri sadece savaşçı, fetihçi ve barbar bir millet olarak gösterme çabalarına tepki olarak bunun böyle olmadığını, büyük bir insanlık medeniyeti inşa ettiğimizi anlatır. Şöyle der:

“Senin rüyan yalnız mülk fetheylemek değildi;
Sana ilmin, hikmetin…
Sana aklın, mantıkın.. Sana şiirin, sanatın
Bütün mağrur surları, tâkları da eğildi.
Senin herbir kervanın Isfahan’dan, Pekin’den
İncilerden değerli metaları taşırdı;
Korkunç Gobi çölünden, İskender’in Seddinden
Fikri, dini, her şeyi senin gücün aşırdı.
Sen dünyaya inkılap tohumları serpendin;
Terakkinin çiftçisi, hasatçısı hep sendin.
Senin büyük Farabi’n,
İbn-i Sinan, Mevlana’n,
Zemahşeri’n, Buhari’n,
Daha birçok uleman
Taassuba, vahşete, cehle yumruk vurdular;
Muhammed’in yurdunda medeniyet kurdular.
Sen idin ki Şarkta bir Türk dünyası yarattın;
Onu altun kubbeler
Gök-çinili mihraplar, işlemeli türbeler,
Medreseler, çeşmeler, köprülerle donattın.
Senin yalnız Orhun’un, Semerkand’ın, Turfan’ın
Nasıl büyük bir millet olduğunu anlatır;
Bu illerin her taşı, her duvarı Turan’ın
Yaşadığı şerefli asırları parlatır.
Gösterir ki medenî olmadığın yalandır;
Sana yalnız, “Demir el” denilmesi bühtandır.
Pençen gib kafan da
Elinkinden üstündür;
Aşkın kadar zekân da
Medeniyet içindir.
Sen doğmamış olsaydın, dünya geri kalırdı;
Gök kubbenin altında her yeri yas alırdı.” (s.130, 131)

4. Parçalı Türklük Yerine Bütün Türklük Fikri:
Mehmet Emin, şiirlerinde parçalı bir Türklük anlayışı yerine bütün Türklük fikrini işledi. Yani Türk tarihini mesela Yahya Kemal’in yaptığı gibi 1071’den, ya da Osmanlı döneminde hâkim olan Türk tarihini Türklerin Müslüman oluşlarıyla başlatan bir yaklaşımla başlatmadı. Ulaşılabilen en eski zamanlardan itibaren bütün Türk tarihini esas aldı.
Ayrıca yine mesela sadece Osmanlı Türklüğünü değil, bütün dünya Türklüğünü kapsayan bütün Türk milleti anlayışını esas aldı. Dolayısıyla o, çok yönlü, kapsamlı bir Türkçülük fikriyatının öncü aydınları arasında yer alır.

5. Teknik ve Bilim Merkezli Medeniyetçi Milliyetçilik: Mehmet Emin, medeniyetten çağın gerektirdiği bütün ileri bilim ve teknolojiyi alıp geliştirmek ve uygulamak olarak anlar.
Türk halkının her yönden kalkındırılabilmesi için Türk seçkinlerinin, aydınlarının ve idarecilerinin önce sağlam bir Türk milliyetçiliği duygusuna sahip olmaları, sonra da çağdaş Batı medeniyetinin bilimsel ve teknolojik kazanımlarından istifade etmeleri gerekir. Türk halkının millî kültürü ve İslam inanışı manevi varlığımız olarak korunup geliştirilecek, ama maddi kalkınmamız için Batı medeniyetinin bilim ve tekniği alınacaktır. Yani Türkçülük, İslamcılık ve Batıcılık, belli bir bireşim içinde kabul edilmiştir.

Mehmet Emin, Batının bilim ve teknik medeniyetine sahip çıktığı hâlde, aynı Batı dünyasının mazlum milletler üzerindeki sömürmeye, baskıya dayalı emperyalist siyasetlerine de şiddetle karşı olmuştur.

Mehmet Emin Gutenberg, Martin Luther, Kristof Kolomb gibi kendi alanlarında önemli işler başarmış batılılara bu isimleri şiirlerine başlık yaparak onlardan bahsetmiştir. Şair bilimin önemini vurgulayan bir şiirinde şöyle der:
“İlim, ilim! Bu ses nerden yükselmişse ora mesut olmuştur:
Mazlum Arz’ın hayatını düşünücü alınlarla dolmuştur.
Burda sefil tabiatten, insanlıktan hukukunu almıştır.
İnsan için yalnız bir şey: İstikbali fetheylemek kalmıştır!

Her şey ilmin değil midir? Şu Japonya aceb kimin eseri?
Elli yılda, ona böyle bir hayatı veren kimin elleri?
Besbelli ki bu şey büyük Archimede’in aradığı noktadır.

Bizim dahi vatanımız bu noktadan ileriye gidecek;
Dehasının saçacağı mahsullerle Garb’ı hayran edecek;
Gördüğümüz o rüyalar, o ümitler yalnız, yalnız bundadır!..” (s.81)
Bir başka şiirinde de Avrupa’nun teknolojik medeniyetine olan ihtiyacımızdan, yeni şartlara ayak uydurmamız gerektiğinden bahseder:
“Mâdâm ki biz de bu gün şu Avrupa toprağının oğluyuz;
Medeniyet hayatına bizim dahi kucağımız açılmış;
En küçük bir köyümüze binler ile ihtiyaçlar saçılmış.

Artık bize eski Asya âleminin geçinişi tat vermez;
Hür ve mesut olmak için Bozkırların çobanlığı elvermez;
Bu saatte değişmeğe, iş erleri olmaklığa borçluyuz.” (s.82)


Kaynakça: Fethi Tevetoğlu, Mehmet Emin Yurdakul, Kültür ve Turizm Bakanlığı Yayınları, Ankara 1988


FACEBOOK YORUMLAR

YORUMLAR

  • 0 Yorum