Belma AKSU yazdı. İZ

İz bırakmak... Bu dünyadan Ayşe'nin, Ali'nin Ahmet'in gelip geçtiğini gösteren ufacık, minicik bir çentik, bir fark göstermektir iz bırakmak

Belma AKSU yazdı. İZ
05 Eylül 2017 - 19:50

 İz


           İz bırakmak... Bu dünyadan Ayşe'nin, Ali'nin Ahmet'in gelip geçtiğini gösteren ufacık, minicik bir çentik, bir fark göstermektir iz bırakmak. Kitlelere sunulan o büyük yapılardan, eserlerden beste ya da kitaplardan sözetmiyorum. Yanlış anlamayın sakın bu sözlerimi. Benimki nacizane lisan-ı münasiple hayatımızda iyi veya kötü olarak iz bırakan insanlar kümesini anlatmak. Amiyane tavırla kalbinizde derin bir ağırlık  bırakan  insanlara sövememenin içinizde  ukte bırakan  izi anlatmak.  Zamanla yıllarla kabuk bağladığını zannettiğimiz o yaraları  anlatmak derdim. 

             Çocukların ne kadar acımasız olduğunu ilkokulda anlamıştım. Kürt'ün ve Türk'ün ayrıldığı o ince çizginin ortasında ilk kalışımdı. Bir yerde okumuştum;Aslında kim olduğumuzu seçim yapmak zorunda kaldığımızda anlarmışız. Aynen öyleydi. Ama bir sorun vardı:Nasıl? Irkım nasıl olurda kürt kelimesinin etimolojisini bile bilmeyen bu çocuklara rahatsızlık vermişti? Ancak yıllar sonra anlayacaktım "ikicilik" kavramını "ben-sen, sen-o, biz-siz" zamirlerine yüklenen anlamların kırıcılığınıda bu yaşlarda öğrenecektim. Tek derdi sınıfında normal olmaya çalışan cocuklardan biriydim ben. 7 yaşındaki bana en uzak anormal kelimeydi"normal". Top oynarken bile etrafa bakmak, jimnastik minderinde fısıldaşan sesleri duymak , sanki anormale çeviriyordum normalliği. Bu kelimeden nefret ettiğim yıllardı. Canımın en çok yandığı yıllar.


         Artık idrak etmiştim "Bilinçli acımasızlığın" ne kadar can yaktığını. Bu durum 5. sınıfa kadar sürdü. Sınıfta- nedensizce- beni hiç sevmeyen bir çocuk sınıfın ortasında bana tokat atmıştı.Gözlerimin dolduğunu kulaklarımın kızardığını hatırlıyorum. Aslında o da bana vurduğu için şaşkındı. Ama  özür dilemedi, bense sustum. Yapılan en büyük  hata işte buydu. Bu hareket onun vicdanına bir darbe değil , canımı daha fazla yakmaya fırsat arayan bir çocuğa dönüştürdü o zavallıyı.

          "Büyüyünce ne olmak istiyorsun" sorusuna verdiğim "senarist-yazar" cevabına atılan kahkahalar umudumu kırmıştı. Benimle aynı ırktan olan yeni öğrencinin tek bir soruyu bilemedi diye öğretmen tarafindan yediği tokat işleri değiştirmişti. Şikayet edilen öğretmene verilen ihtarsa işe yaramıştı. Sonraki 3 yıl kendime biraz daha güvendim. Liseye adım atar atmaz güvenli  bir liman bulduğumu bilyordum. Çünkü burda farklılıkların önemi yoktu.


       Birbirlerinden farklı siyasi,dini,kültürel
her kulvardan insan biradayken bu durum tüm öğrencilere yansıyordu. Bohem hayatı olan bir felsefe öğretmeni ve geleneklerine bağlı Din Kültürü öğretmeninin sohbetlerini dinlemek muhteşemdi. Bunlara tanık olmak-tabi kuru üzüm yiyerek yeterli glikoz miktarını aldıktan sonra Tarih dersine başlamak ayrı bir keyif doğrusu- farklı olmanın,  ama birarada yaşamanın eşsiz güzelliğini  gösterdi bana. Farklı olmak hata, günah ya da bela değildi. 
   
       Ve her şeyin değiştiği bu yılda bana doğru olanı gösteriyordu. Bu sefer üniversitedeydim. Özgürlüğün tadını çıkarırken etrafimdaki herkes farklıydı. Biri alevi, öteki laz, bir diğeri  çerkez, Türkmen, Özbek... Ve daha nicesi. Ama bu ne benim için ne de arkadaşlarım için zerre önem taşımıyordu.


          Çünkü arkadaş olmak dost olmak ve en önemlisi... İnsan olmak aynılaşmak değil, farklılıklarla  ama saygıyla yapılan sürdürülen bir şeydi. Bunu en başından anlamıştım. İçimden bi yaranın kabuk bağladığını, "İz"in soluklaştığını hisssettim. Ne mutlu bana ki ben farklılıklarımla, saygımla ama en önemlisi dostlarımla vardım. Bundan ötesi laf-ı güzaftı...

FACEBOOK YORUMLAR

YORUMLAR

  • 0 Yorum