ATSIZ BEĞ EDİRNE'DE - Yazan: Hızırbek GAYRETULLAH

ATSIZ BEĞ EDİRNE'DE - Yazan: Hızırbek GAYRETULLAH
13 Kasım 2019 - 15:19

ATSIZ BEĞ EDİRNE'DE

Hızırbek GAYRETULLAH

Bir-iki gün sonra kendisini ziyaret edecektim. Önümüz mübarek Kurban Bayrami idi. Ese, dosta bayram tebrikleri hazirlamis, bu arada Atsiz Hoca’ya da yazmis, fakat postaya vermekten son anda vazgeçmistim. Nasil olsa birkaç günlük tatil vardi. Bu vesileyle Hoca’yi ziyaret etmek içime dogmus ve bayramin ikinci günü ziyaret etmeyi aklimdan geçirmistim. Son olarak kendilerini merhum kardesi Nejdet Sançar’in cenaze töreninde görmüstüm. Zaman zaman telefonla da hâl, hatirini soruyordum. Hep, “çok iyiyim, sihhatim yerinde, Türk tarihini hazirliyorum”, diyordu. Meger, kaderde o büyük Türk’ü mübarek bir bayram gününde topraga vermek de varmis!

Atsiz Begi, henüz ortaokul ögrencisi iken, bir kütüphanede elime geçen bir kitabi ile tanimistim. Henüz bir ortaokul ikinci sinif ögrencisinin muhayyilesinde köklesmis fikirler aramak beyhude gibi görünse de, elime geçen kitaptaki kahramanin Çinlilerle olan savasi, bende bir çagrisim yapmisti. Zira, Çinlilerle savasip, sonunda Türkiye’ye gelen Dogu Türkistanli bir aileye mensuptum. Kitabin birinci ve ikinci cildini okudugum zaman, bendeki Çin kini oldukça kabarmisti.

1958 yilinin yaz tatilinde, Istanbul’a gelmistim. Rahmetli babam, merhum Ord. Prof. Zeki Velidî Togan Begi ziyaret etmemi ve elini öpmemi tembihlemisti. Bu vesileyle Zeki Velidî   Hocanin Küçükyali’daki evine gittim. Oturup konusmaya basladik. Aradan bir saat kadar geçmisti ki, kapi çalindi. Togan Hocanin muhterem refikasi Nazmiye Hanim kapiyi açti. Içeriye orta boylu, dolgun vücutlu, saçlari sagdan sola dogru taranmis, hafif kemerli burunlu, açik gri elbiseli bir zat girdi. Zeki Hoca ile tokalastilar. Ben de saygi ile elini siktim. Tanistirilmadik. Togan Hoca ile karsilikli oturdular. Ben de, kaçamak gözlerle bu vakûr insani süzüyordum.

Birden, Zeki Velidî Bege döndü, “Bu çocuk Kazak mi?” diye sordu. Hocadan “evet” cevabini aldiktan sonra, benimle konusmaga basladi. Hattâ, bana Kazak sairi Magcan Cumabay’dan Kazak lehçesi ile bir iki misra da okudu. Anlayip, anlamadigimi sordu. Anladim, dedim. Ve anladigimi kendilerine tefsir ettim. Sonra, tekrar Zeki Hoca ile sohbete daldilar, ben de vedalasip odadan çiktim.

Zeki Velidî Begin oglu Sübidey, benimle hemen hemen akrandi. Salonda oturuyordu. Ona “Içerideki bu adam kim? Iyi Kazakça biliyor” dedim. “O mu, Atsiz, tabiî bilir” diye cevap verdi. O anda beynimde bir simsek çakti. Heyecan ve sevinç bütün benligimi sarmisti. Çok mutlu idim. Içeriye girip bir daha görmek istedim. Fakat, cesaret edemedim. O gün tek düsüncem Atsiz’i bir daha görmekti. Dayanamadim. Sübidey’e bu istegimi söyledigimde, “yarin onlara gideriz, oglu arkadasim” dedi. Ertesi sabah Sübidey’le birlikte Atsiz’in Kartal Maltepesindeki evine gittik. Bizimle akran ve Sübidey’in arkadasim dedigi oglu Bugra ile tanistirildim. Atsiz Beg’i, iyice, tepeden tirnaga, doya doya, büyük bir haz içerisinde seyrettim. Yamtar’i, Ay Hanimi hatirliyor, Kürsad’in Çin sarayini basmasini zihnimde canlandiriyor, acaba bunu nasil yazdi, yoksa bu adam oralarda yasamis mi, demekten kendimi alamiyordum!..

Biz, üç çocuk denize gittik, oynadik, eglendik, geri geldik. Iste, o günden sonra Bugra ile olan arkadasligim artmis, Atsiz’larin evlerine gidip, gelmem siklasmisti. Böylece tanidigim bu büyük Türk simdi aramizda degil, “Altaylarin çevresinde, Tanridagi’nin eteginde” Kürsadla kol kola, yan yana.

***

“Ruh Adam”in ardindan çok seyler söylenip, çok seyler yazilmistir, daha da yazilacaktir. “Ruh Adam” için ne söylense, ne yazilsa az. Onun için ben, Atsiz’in esir Türkler konusundaki kesin ve isabetli görüslerinden bir nebzecik olsun söz etmek istiyorum: Atsiz Beg, Türk’ün âsigiydi. Nerede bir Türk varsa, ona yakin olmak, derdine derman bulmak isterdi. Onlar hakkinda en keskin, tâvizsiz yazilar yazar, meselelerine açiklik getirirdi. Son yillarda artik, Atsiz Hoca ile fikrî düzeyde konusacak, tartisacak duruma ermistim. Söylenen her seyi büyük bir ciddiyet ve nezaketle dinlemek, O’nun en karakteristik özelligiydi.

Böyle bir sohbetimizde, söz Türkistan’a gelmisti. Ben, Türkistan’in Moskof ve Çin belâsindan kurtulmasinin çok zor oldugunu, milletimizin elli yillik komünizm devrinde asimileye ugradigini, bir elli yil daha geçerse, Orta Asya Türklügünün sosyolojik yapisinda çok derin tahribatlar olacagini dile getirmege çalisiyordum. Atsiz Hoca, benim bu düsünceme katilmiyor, Türk’ün cevher-i asliyesindeki gücün, bu tip sunî tahribatlara bagisikli oldugunu, ancak Orta Asya Türklügünün kaderinin gene Türkler tarafindan çizilecegini vazih bir dille izah ediyordu. Fakat, tek korkusu, Türkler arasindaki birlik ve beraberligin olmamasi idi. Birçok dis Türk’ü tanimisti. Bunlarin çogu kendi nefsanî hislerinin kurbani  kimselerdi. Orta Asya Türklügünü tek bir millet degil de, kabile obasinda görenler, hattâ asiret suuruna erdirmiyenler bile vardi. Iste, Atsiz Hocaya göre, bu çizgide olanlar, Orta Asya Türklügünün gelecegi için tehlikeli kimselerdi. Bunu  da genç Türkistanli kusak olarak bizlerden ve Türkçülerden istiyordu.

Atsiz Begden, birkaç idealist dis Türkten baska, o diyarlarin sultanlari olduklarini söyleyenler (!) pek hoslanmazlardi. Bilirlerdi ki, Atsiz, dâvada tâviz kabul etmiyor ve tâvize yanasanlari da affetmiyordu. Bu bakimdan belirli mihraklarin izdüsümünde olan sözde de Türk temsilcileri Hocayi pek aramazlardi.

Kardesi Nejdet Sançar’in cenazesinde, benden baska bir Türkistanli görememis olmali ki; kabir basindan ayrilirken, “Hizir Bek, sag ol, bütün Türkistan’a sen yetersin” demisti. Bu söz, hâlâ kulagimda çinlayan bir seda, yüregimde bir buruk acidir...

Büyük Türk, nur içinde yat. Türklük sagolsun.

(Orkun Dergisi, Sayı: 10   Aralık 1998)

FACEBOOK YORUMLAR

YORUMLAR

  • 0 Yorum