Arife PAŞALAR Yazdı: ALAFRANGA ZÜPPE

Bu değişim denen şey, aslında düpedüz Batı kültürünün taklididir. Bu taklit, ilimden teknolojiden nasibini almamış, yalnız şeklen bir değişikliğin ifadesidir.

Arife PAŞALAR Yazdı: ALAFRANGA ZÜPPE
09 Eylül 2018 - 18:17

                                                           ALAFRANGA ZÜPPE

Arife PAŞALAR

 

   Özellikle Tanzimat Dönemi’nde ele alınan, ancak örnekleri her daim, günümüzde de var olan ve yazık ki gelecekte var olacak olan ‘alafranga züppe’ tipini ele alması açısından mühim bir eser ‘’Şıpsevdi’’.

    Yazar Hüseyin Rahmi Gürpınar  19 Ağustos 1864’te İstanbul’da doğmuştur. Mahmudiye Rüştiyesi’nde okumuş,  1878’de Mülkiye’ye girmiş, sağlık sorunları nedeniyle öğrenimini yarıda bırakmıştır. Yazarlığı kendine meslek edinmiş, 1887’de Tercüman-ı Hakikat’te yazarlığa başlamıştır. Bu gazetede tefrika halinde yayımlanan, bahsolunan eserin sansüre uğraması sebebiyle yazarlığı bıraktığı da olmuştur. Hüseyin Rahmi , ’Şıpsevdi’ önsözde alafrangalığı küçümsemek için eseri kaleme almadığını, eserin alafrangalığı yanlış anlaşılmaktan kurtarmağa hizmet edeceğini söylüyor.  Romanı  en iyi anlatacak olan şu cümleyi kullanıyor. ‘’Şövalyelikte Cervantes’in Don Kişot’u ne ise Doğu alafrangalığı âleminde de Meftun Bey işte odur.’’

   Gürpınar’ın  Servet-i Fünun topluluğuna girmemesi de kayda değerdir. Çünkü bu topluluğun ‘sanat için sanat’ anlayışının aksine o, gerçeği, toplumu, elinden geldiğince, olduğu gibi yansıtmak istemiştir. Sanatı topluma hizmet eden bir araç olarak kullanmak niyetindedir.

   Tanzimat Dönemi’nde ve sonrasında ancak o dönemin etkilerini yansıtan eserler hakkında fikir beyan edebilmek için Türk Tarihi’nde önemli bir yer teşkil eden ‘Tanzimat Dönemi’ hakkında birkaç laf etmek gerekecektir şüphesiz.

   ‘’Tanzimat, ‘düzenlemeler’ anlamına gelir.  Fermanın okunduğu 3 Kasım 1839’dan I. Meşrutiyet’in ilan edildiği 23 Aralık 1876’ya kadar geçen dönem genel olarak Tanzimat Dönemi olarak kabul edilir.’’

    ‘’Tanzimat Fermanı, Osmanlı Devleti’ndeki yenileşme hareketinin doğal bir devamı olduğu kadar, devlet üzerindeki Avrupa ve özellikle İngiltere etkisinin de görüldüğü bir belgedir.’’1

     ‘’Mahmut II’nin 1839 tarihinde ölümü üzerine, yerine çıkan Abdülmecid Han’ın zamanında ilan edilen Gülhane Hattı ile (3 Teşrin-i sâni 1839, Pazar günü) cemiyet hayatında yeni bir devir başlar.’’2 İşte bu yeni  hayatın başlangıcıyla, öncelikle  İstanbul’da, İstanbul insanının yaşayışında bir değişim başlar. Bu değişim denen şey, aslında düpedüz Batı kültürünün taklididir. Bu taklit, ilimden teknolojiden nasibini almamış, yalnız şeklen bir değişikliğin ifadesidir.

   Kişileri kısaca tanıtmak gerekirse;

   Meftun: Eser, bu şahsın etrafında dönüyor. Fransa’da yarım yamalak eğitim görmüş. Ancak her şeyden bilgisi varmış gibi davranıyor, yarım yamalak öğrendikleriyle de ailesine ahkam kesmeğe çalışırken kız kardeşi ve kuzenini yanlış batılılaşmaya kurban veriyor. Çatal-bıçak kullanmayla, bunu aile bireylerine yaptırmaya çalışmakla elit olunabileceğini sanan, kelimenin tam anlamıyla cahil bir tip. Aynı zamanda paragöz.

   Raci: Meftun’un erkek kardeşi. Ağabeyi gibi alafranga meraklısı değil. Hatta, kız kardeşinin namusu söz konusu olduğunda Meftun ile bir çatışma halinde oldukları söylenebilir.

   Lebibe: Meftun’un kız kardeşi. Meşru olmayan yollarla zengin olmuş Kasım efendi’nin Mahir adlı oğluyla flört ediyor.

   Rebia: Meftun’un kuzeni. Evlilik dışı ilişkisi yüzünden hamile kalan pişman bir genç.  

  Kaşıkçı Kasım Efendi: Servetini tefecilikle, faizcilikle kazanmış bir cimri. Mahir’in babası. Meftun, başlarda iki genç arasında masum bir beraberlik olduğunu düşünüp Kasım’ın Lebibe’ye kayınpeder olacağını düşünüyor. Aslında tek dileği adamın serveti.

   Mahir: Lebibe ile flört ediyor. Kasım’ın oğlu.

   Bedri: Rebia ile kuralları aşmış bir beraberliği oluyor. Ancak sonunda genç kızdan soğuyor ve peyda olan çocuğu kabul etmiyor.  

     Raci ile Meftun, Türk erkeğinin iki uç örneği aslında. Biri modernleşmeye çalışan; ancak bunu sadece salon hünerleriyle sınırlı tuttuğu için başarılı olamayan, diğeri geleneksel kalmaya çalışan ancak bir namus meselesi söz konusu olduğunda bir katile dönüşecek kadar gözü döndüğü için yine başarılı olamayan erkeği sembolize ediyor. Meftun’un burada belki de en iyi yönü felaketle sonuçlanan yanlış ilişkilerde suçu kadına değil de erkeğe yüklemesi. Raci, evlilik dışı ilişkilerde kadını suçlarken Meftun erkeği suçluyor.

   Tanzimat Dönemi’nin hemen sonrasında aydınlar, kötü gidişatın farkına varıp bu aşırı batılılaşma durumuna el koymak istemiş. Şimdiki zaman aydınlarına bakıldığında ise evrensellik, globallaşme maskesi altında batı hayranlığını körükledikleri görülmektedir. Bu durumun topluma yansıması ise maalesef hangi yöne gideceğini bilmeyen, yol göstericilerinin kötü emellerle beslendiği gençler (bu gençlere çoğumuz dahil edilebiliriz) Batının neredeyse sadece ‘kostüm’ünü benimseme telaşında.

   Eser, tümüyle alaturka yaşam tarzının Türk  toplumuna benimsetilemeyeceği, başka milletlerin kültürlerinin bu cemiyete kabul ettirilmeğe çalışılırken türlü zorluklarla karşılaşılabileceği temeline oturtulmuş.  Lebibe ile Mahir’in, zamanın ve hatta günümüzdeki zamanın  genel ahlak anlayışına aykırı olarak, gece yarıları pek tekin olmayan, adı kötüye çıkmış evlere kapanmaları,  Rabia’nın karnında meşru olmayan bir çocuk taşıması, Rebia’nın kuzeni  Raci’nin öfkeden deliye dönüp katil olmak istemesi, Rebia’yı hamile bırakan Raci’nin bebeği kabul etmemesi, tüm bunların sonucu olarak Rebia’nın ölmek istemesi gibi yaşananların ülkenin ne tür bir felakete sürüklenebileceği uygun bir dille anlatılmış. Eser, içinde barındırdığı tüm trajedi ile gençlere bir ders verme niteliği de taşımaktadır.  Farklı yaşam tarzlarının Türk toplumunda ne tür aile facialarına sonuç olabileceği örnekleriyle anlatılmış.

   Bu eserleri günümüz gençlerine okutma, okutabilme meselesine gelince…  İnternette pek çok romanın özetinin olduğu, üniversite sınavlarında yazar-eser isimlerinin ezberletilmesinin mübah sayıldığı şu günlerde kitap okumanın zaman alsa da ne kadar verimli olabileceğini kafası karışık ama pırıl pırıl öğrencilere bir şekilde anlatmalıyız. Gelecek inşa edecek olan gençliğe, Türk veya dünya klasiklerini okumanın, bir kitaplık veya kütüphaneye sahip olmanın eser hakkında kendi değerlendirme ya da tenkitlerini ortaya koyabilmek için bir temel oluşturacak bilgi birikimine sahip olmanın adımları olduğunu öğretmeliyiz. Bilgi çağı zaman diliminin bir parçası olduğumuz şu günlerde, ‘muassır medeniyetler seviyesi’ne ulaşmanın tek yolu, okumaktır! Kültür emperyalizmine maruz kaldığımız düşünüldüğünde de benzerlerini yazmaktan âciz olduğumuz ‘’Şıpsevdi’’nin  yeniden gündeme gelmesi yerinde olacaktır.

   Değerleri yozlaşmaya yüz tutmuş bir memleketin tablosunu çizen yazara günümüz romancıları layığıyla eşlik edebilseydi keşke.

 

   Kaynaklar

   ÇELEBİ Mevlüt, Türk İnkılâp Tarihi, Özal Matbaası, syf: 24-251

   TANPINAR Ahmet Hamdi, On Dokuzuncu Asır Türk Edebiyatı Tarihi, Dergah Yayınları, syf: 1372

 

  

FACEBOOK YORUMLAR

YORUMLAR

  • 2 Yorum
  • Olena Güven
    5 yıl önce

    'Şıpsevdi' ne yazık ki okumadım, hatta duymadım, ama şu an çok meraklandım. 'Araba sevdası' kitabı aklıma geldi bu yazı okurken. Onu çok beğendim. Türk edebiyatını yavaş yavaş keşfediyorum. rnEllerinize sağlık. Güzel bir makale. Başarılar!

  • Şanlı paşalar
    5 yıl önce

    Yazılarınızı hayranlıkla okuyorum başarılar diliyorum.