AMERİKAN ŞERİF'E DAİR

Şerif Mardin hakkında Nurullah Çetin yazdı

AMERİKAN ŞERİF'E DAİR
11 Eylül 2017 - 00:38

~~AMERİKAN ŞERİF’E DAİR
 Nurullah Çetin

Amerikan Şerif Mardin ölmüş. Birçok kişi arkasından rahmet okudu, derin üzüntülerini ifade ettiler. Amerika’nın Türkçeye tercüme memuru olan akademisyen unvanlı görevlileri, tek ideolojileri Türk, Atatürk ve Türk devleti düşmanlığı olan liberal ve İslamcı tayfası ve PKK cılar çokça üzüldüler. Zira Şerif Mardin bu çevrelerin akıl hocasıydı. Bu arada cahil Türk milliyetçileri de bu güruha katıldı. İşin insani yönü bir tarafa, asıl mesele Şerif Mardin kimdir ve ne yapmıştır? Ona bakalım. İsteyen rahmet okur, isteyen üzülür bizi ilgilendirmez.

Birçok kişi onu evrensel çapta büyük bilim adamı diye bilir. Bilim adamı olmanın asgari şartları doğru ve tarafsız bilgi üretmektir. Ürettiği bilgiyi mensup olduğu milletinin hizmetine ve bütün dünyaya sunmaktır. Bu 3 temel şart Şerif Mardin’de yoktu. Ürettiği bilgilerin çoğu yanlıştı, Türk milletine mensubiyet ve bu millete hizmet diye bir derdi yoktu ve Amerika’nın tarafındaydı yani tarafsız değildi.

O ömrü boyunca Amerika’nın Türkiye üzerindeki emperyalist politikalarına zemin hazırlayan bilgi ve fikir üretti. Atatürk’ün kurduğu millî Türk devletinin fikrî, felsefî, siyasî, toplumsal temellerine bilim kılıfı uydurulmuş dinamitler koydu.
 Bu genellemeleri, onun bizzat ağzından ve kaleminden çıkmış söz yığınlarıyla temellendirelim.

*Amerikalı Şerif’in Din Algısı: Eserleri dikkatle okunursa onun din ve tabii dolayısıyla İslam anlayışı ve tanımı son derece sakattır, yanlıştır ve çarpıktır.

“Din ve İdeoloji” kitabında ideoloji kavramını sert ve yumuşak diye ikiye ayırıyor. Ona göre yumuşak ideoloji kitlelerin çok daha şekilsiz inanç ve bilgisel sistemleridir. Sert ideoloji ise sistematik bir şekilde işlenmiş, temel teorik eserlere dayanan, seçkinlerin kültürüyle sınırlandırılmış, muhtevası kuvvetli bir yapıdır.(s.13)
 Aynı kitabın bir başka yerinde Fred I. Greenstein’den de yararlanarak şöyle bir cümle kuruyor:

“Zamanımızda sosyal bilimlerde kaydedilen bu ilerlemeler dini endişe azaltıcı ve kişiliği billurlaştırıcı sembolik bir süreç olarak kavramlaştırmamıza yol açmış ve bu anlamda yumuşak bir ideoloji olarak incelenmesinin imkânlarını ortaya çıkarmıştır.”(s.30)

İslam tüccarı İslamcı güruh bu adama rahmet okuyabilir de samimi müslümanlar nasıl rahmet okudu anlayamadım. Zira Amerikalı Şerif’in tanımlamalarına göre İslam yumuşak bir ideoloji oluyor. Yani “kitlelerin çok daha şekilsiz inanç ve bilgisel sistemleri”. Bu durumu açıkça da ifade ediyor: “Fakat dinin bir yumuşak ideoloji olarak rolünü çözümlemeye geçmeden önce…”(s.31)

Samimi Müslümanlara soralım:
-İslam şekilsiz bir din midir? Yoksa Allah’ın Kur’an’da her şeyiyle ortaya koyduğu, tamamlanmış olarak gönderdiği, apaçık, mübîn bir din midir?
-İslam ideoloji midir? Din midir?
-İslam bilgisel bir sistem midir? Yoksa Allah kaynaklı bir vahiy midir?

*Amerikalı Şerif ayrıca şöyle diyor:
“Çalışmamızın merkezini teşkil ettiği için üzerinde bilhassa duracağımız bulgulardan biri de Lane’in dine verdiği stratejik önemdir. Lane’in demekleri için din, ideolojilerinin diğer parçaları gibi, gidişine uymak zorunda oldukları bir dünyada psikolojik bir denge kurmanın yollarından biridir. Din, bir dünyayı anlama ve kendini o dünyada belirli bir yere yerleştirme modeli olarak fonksiyon görmektir.”(s.25)

Şerif’in kitap ve makale halindeki laf salatalarının neredeyse yüzde sekseni hep Batılı yazarlardan aktarmadır, kendi fikri hemen hemen hiç yok gibidir, batılı efendilerini aktarır ve onları genellikle onaylayıcı cümlelerle doldurur. Burada da Lane’in din tasavvurunu önemsediğini ve benimsediğini görüyoruz. Buna göre din, psikolojik bir denge kurma yoluna indirgenmiş, bir felsefe akımı, bir edebiyat, bir psikoloji akımı, kurumu ve alanı gibi bir derekeye indirilmiş. Yani dini bütün ilahi boyutlarından soyutlayarak tamamen beşerî bir alana hapsediyor.
 Bir başka yerde de şöyle der:

“Dini Türkiye’de bir eylem aracısı olarak ele alışımızın sebebi dinin Türk kültüründe önemli bir unsur olarak belirmesidir.”(s.31)
“Kültür sistemi özerk bir varlık olarak çalışabildiğine göre kültür sisteminin bir alt dalı olan din sisteminin de nasıl özerk bir varlığı olabileceğini anlayabiliriz.”(s.49)

Belirtelim ki din, Türk kültürünün bir unsuru değildir. Din, medeniyet yapıcı kaynaklardan biridir. Kültür de o medeniyet dairesine giren milletlerin kendi millî ruhlarına göre somutlaştırdıkları medeniyettir. Buna göre İslam, İslam medeniyetinin kaynağıdır, Türklerin İslam’ı anlama ve uygulamaları da bu medeniyetin temel umdelerine bağlıdır. Yani Türk kültürü metbu değil, tabidir. İslam da Türk kültürünün bir unsuru değil, Türk kültürünü yapan kaynaklardan biridir.
Şerif Mardin efendi hep batılı yazarların din tanımlarını aktarıyor ve bunları da zımnen onaylayan bir tavır ve ince bir manevrayla sıyrılıyor. Mesela:

“Din üzerine çalışan alimler, dinleri daima kendi dinlerinin daha ilkelleşmiş bir şekli olarak ele almışlardı. Mesela Max Müler, ilkel dinlerin inançlarını soyut ilahlardan çok eşyalar ve maddi varlıklar etrafında toplamalarını, bu maddi varlıkların daha soyut bir varlığı temsil etmeleri şeklinde yorumlamıştı. Edward Tylor ve Sir James Frazer aynı geleneği devam ettirmişlerdir.”(s.37)
Şerif’in burada zımnen onaylayarak sunduğu din tanımı bizim bildiğimiz din değil, putperestliktir.

Şerif, D.S.Margoliouth’tan yaptığı şu tanımlamayı da hiç çaktırmadan Müslümanlara yedirmeye çalışıyor:
“Her ne kadar İslamiyet’i biz din olarak tanımlamaya eğilimliysek de peygamberin onu daha çok bir millet olarak tanımlamış olması muhtemeldir.”

Bununla Şerif, İslam’ı ısrarla bir din olmaktan uzak tutmaya ve onu salt toplumsal bir kurum olarak sunmaya çalışıyor. Bizim İslamcılar da hayran hayran Şerif Mardin’i kutsamaya devam ediyorlar.

Şerif yerli bir oryantalisttir. İslam’ı İslam’ın asıl kaynaklarıyla değil, tamamen batılı gâvurların gözünden tanımlamaya, anlamaya ve anlatmaya çalışmıştır. Yukarıda çok örneğini verdik. Bir örnek daha verelim.

“İslamiyet uğruna savaşmak, İslamî toplumlarda çok yüksek sayılan değerler arasında başta gelmektedir. Bunun bir yönü muhtemelen kabile içinde iktisadi kaynakların geçim sağlayacak düzeyde olmamasıdır.”(s.67)

Bu belirme tamamen Max Weber’in İslam’ın bir üst tabaka için talan imkânları veren bir yapıt olduğu tanımlamasına dayanıyor. Yani cihadı, gazayı talancılık ve yağmacılık, geçim kaynağı, iktisadi bir faaliyet olarak sunmak hiç de iyi niyetle bağdaşmıyor. Şerif Mardin sevici Müslüman kardeşler buna ne der bilmiyorum.
Şerif Mardin, güya Türkiye’nin modernleşme tarihini, din sosyolojisini inceler.

Ama asıl olarak yapmak istediği şey, hem İslam’ı modernleşme süreci içinde bulanıklaştırıp asliyetini yok ederek belirsiz bir kimliğe dönüştürmek, hem de tarikat ve cemaatleri asıl gerçek İslam’ın önüne çıkararak indirilmiş Kur’an İslam’ı yerine uydurulmuş cemaat ve tarikat dinlerini meşrulaştırmaktır. Tarikat ve cemaat çalışmaları bu amaca dönüktür. Şöyle der:

”Bana tarikatlar hakkında hikâyeler anlatılıyor. Dedikodu değil bunlar. Mesela benim sevdiğim dört, beş kişi hakiki bir merak sonucunda tasavvuf meselesine girdiler son zamanlarda. Bir merak, iki merak, on merak, halk merakı, köylü merakı vs. derken, bunların hepsi birleşiyor ve bir İslami diriliş ortaya çıkıyor. Bu İslami dirilişi, sadece hocaların öğretisi ve geriye götürme çabası olarak görmemek lazım.”(Neşe Düzel, Taraf, 10.10.2011)

Demek ki İslamî diriliş, tarikat dirilişi demekmiş.
Mesela Said Nursi çalışması ile ilgili olarak şöyle der:
“Ancak onun esas evrensel mesajı İslam’ın bugünkü şartlara uydurularak modernize edilmesidir. O (Said Nursi) esasında bir reformist. Reformizmi de birleşik kaplarda sunuyor.” (Yeni Ufuk Gazetesi, 16.6.1997)

İslam’ı bugünkü şartlara uydurmak ve modernize etmek, İslam’da reform yapmak sahih, samimi müslümanların şiddetle reddetmesi gereken ifadeler. Ama nedense Nurcular bu adamı da büyük üstad falan olarak lanse ettiler. Amerikan Şerif’inin asıl amacı ve niyeti budur. Aslında onun da değil; Amerika’nın projesi budur. Şerif bu projenin taşeronudur. Bunu da cemaat ve tarikatlara bu şekilde yükleyerek bir manevra ile aradan çıkarmaya çalışır.

“Minimal yaklaşımla kültürel veriler arasında nasıl bir köprü kurulacağını düşünmek lazım” (Milliyet, 1.9.1995), “Dinlerin uzlaşmasına nasıl bakmalı? Dinlerin birbirine düşman olmadığını ortaya çıkarmak büyük bir adım teşkil eder.” (Yeni Şafak Gazetesi, 13.3.1998) diyen Şerif, esasında Vatikan projesi olan Dinlerarası Diyalog projesinin savunucularından biriydi. Fethullah Gülen’le de araları gayet iyi idi. “Bugün Cezayir’de olanlarla Fethullah Hoca arasındaki farkı görmek lazım.” (Milliyet, 1.9.1995) diyerek Fethullah’ı önermişti.

Bu konuyla ilgili son olarak Müslüman Türk kardeşleri belki uyarır diye ondan şu sözleri aktarıyorum:
“Dinî değerlerle seküler değerler arasında bir çatışma olacağını sanmıyorum.”(Milliyet, 1.9.1995)

“Hakikat yoktur. Hakikatı aramak vardır. Aramanın kendi başına bir değeri vardır.”(Yeni Şafak, 13.3.1998)
Şerif hayranı İslamcılar, Sekülerizmin din karşıtı bir hayat tasavvuru olduğu ve “hakikat”ın da İslam olduğunu belki araştırarak öğrenirler.

*Atatürk’ün Millî Türk Devleti Projesi Karşıtlığı:
Şerif’in en bariz vasfı Atatürk’ün kurduğu millî Türk devleti karşıtlığıdır.
 Bilim, sağlam ve doğru terminoloji ve metodoloji bilgisidir. Şerif efendinin terminoloji konusunda doğru tanımlamalar yapmadığını görüyoruz.

Bu Amerikalı kişi, kendine göre milliyetçiliği ikiye ayırıyor. Ona göre modernci milliyetçilik, “Türk toplumunu çağdaş uygarlıkların düzeyine getirip onu bu şekilde kuvvetlendirme isteğinden hareket etmesiydi. Atatürk’ün önderliğini yaptığı bu akımın öncüleri için milliyetçilik bir taraftan Türkiye için bir iktisadi enfrastrüktürü kurmak, diğer taraftan da Türkleri bilimsel düşünceye kazandırmak” (Siyasal ve Sosyal Bilimler, 9-10)
 Hemen belirtelim güya büyük bilim adamı Şerif’in kafadan salladığı gibi Atatürk’ün hedefi “Türk toplumunu çağdaş uygarlıkların düzeyine getirmek” değildi.

Atatürk’ün hedefi muasır medeniyet seviyesinin üstüne çıkmaktır.
Şerif Mardin ayrıca geleneksel milliyetçilik teriminden söz eder. Bunu da modernci milliyetçiliğe göre milliyetçi ruh ve kültürel bilinç konusunda çok daha fazla önem veren bir milliyetçilik türü olarak ayırır. (Siyasal ve Sosyal Bilimler, s.10)

Atatürk’ü modernci milliyetçi olarak tanımlarken onu geleneksel milliyetçi saymaz ve bu durumda “milliyetçi ruh ve kültürel bilinç konusunda fazla önem vermemiş” bir kişi olduğunu vurgulamış oluyor. Fakat bazılarına göre evrensel çapta büyük bilim adamı olarak görülen bu kişi, aynı sayfada kendi kendisiyle çelişen bir tutum içindedir. Şöyle der: “Modernci milliyetçiler aynı zamanda Türkler arasında Türklüğün bilincini yaratma konusuna da önem veriyorlardı.” (Siyasal ve Sosyal Bilimler, s.10)

Şerif’in ne dediği belli değil. Biz söyleyelim. Atatürk Şerif’in tanımladığı gibi sadece modernci milliyetçi değil, aynı zamanda geleneksel milliyetçidir. Atatürk hem maddi hem manevi ve kültürel değerler konusunda tam milliyetçidir. Yarım milliyetçi değil.

Doğrudan Atatürk’ü eleştirmeye çekinen Şerif, dolaylı olarak kendince kurnazlık yaparak Kemalizm ve tek parti eleştirisi üzerinden bir Atatürk ve Cumhuriyet karşıtlığı yayar. Mesela Atatürkçü fikriyatın yayın organlarından biri olan Ülkü dergisini Nazilerin yayın organı olan Völkischer Beobacter ile mukayese eder.(Siyasal ve Sosyal Bilimler, s.13)

Şerif, kendi düşüncesini başkalarına söyletmeyi kendince kurnazlık sayar. İki örnek vereyim:
“Cumhuriyet hep hürriyetten bahseder ve yaptırımların belirli bir kısmı hürriyeti ortaya çıkaracak çerçevelerdir, ama bir çelişki var burada. Bir yanda hürriyet var, ama öte yanda “Bunu nasıl kullanacağınızı biz size öğreteceğiz” fikri hakim. Bunu en iyi bizim Mete Tuncay 1930’lara kadar CHP’yi analiz ettiği kitabında anlatmış” (Yeni Ufuk gazetesi, 16.6.1997)
 Burada Cumhuriyet eleştirisini Mete Tuncay’a yüklemiş.

Bir de şuna bakalım:
“Geleneksel ifadeyle kaba Türkçenin fakirliği, soyut kavram eksikliği Osmanlıların çok eleştirdikleri bir mesele olmuştur.”(Siyasal ve Sosyal Bilimler, s.14)

Türkçeye hakaretini de Osmanlılara yüklemiş. Türkçenin fakir ve soyut kavram eksikliği olan bir dil olmadığının burada somut olarak sergilenmesi uzun sürer. Bilse, okusa anlardı. Ama okumak, asıl kaynağından araştırıp incelemek yerine onun bunun sözlerini kendi doğruları olarak sunmayı tercih ediyor.
Şerif Mardin, Türkiye’yi felakete sürükleyen çözüm sürecinin de akıl hocalarındandır. Şöyle demişti: “Kürtler konusunda diyaloga devam.” (Yeni Şafak gazetesi, 13.3.1998)

Emperyalist Batı küresel düzene entegre edilmiş, kontrol altına alınmış, sivil, demokratik, çoğulcu, bol çatışmalı, çokça bölünmüş, devlet düşmanı, kendi yedeğinde dinler ve topluluklar ister. Müslümanlara din inşa eder, etnik gruplara kanton kurar.
 Müslümanları fundamentalist, geleneksel, modernist ve laik nitelemeleriyle böler. Milliyetçileri modernci, geleneksel diye böler. İşte bunlar gibi pek çok karanlık proje için emperyalist Batı, Şerif Mardin gibilerini bulur ve kullanır.

Emperyalizmin maşaları, anti-emperyalist istiklalci Türklerden rahatsız olurlar hep. Şerif mesela şöyle diyor: “Cumhuriyetin ideolojisi esasında karşı çıkma üzerine kuruludur. İlk, orta okul, lise ve üniversitede benim kuşağımın en temel ideolojisi anti-emperyalizmdi. Yani bize hep karşı çıkma öğretildi. Ne istediğimiz çok önemli değildi. Sonuçta çok ilginç bir çelişki çıktı ortaya: Batı’yı seveceksin ama onun sana yaptığı kötülükleri de her an kafanda taşıyacaksın.” “Cumhuriyet hep karşı çıkmıştır, bir sevgi bazı olmamıştır. “(Vatan gazetesi, Ruşen Çakır mülakatı, 10.06.2007,)

PKK ve diğer terörist grupların terör eylemlerini bile bizi adeta aptal, ahmak yerine koyarak nasıl meşrulaştırdığına bakalım.
“Türkiye’de son dönemde farklı saiklerle genç çocuklar terör eylemlerine başvuruyorlar. Nedir bu? Altında sadece ekonomik sorunlar mı var?
 Mardin: Bir kere çok genç var. Aynı zamanda bu gençlere sunulan imkanlar kısıtlı. Mesela gençler her türlü engeli aşarak üniversiteye girmeye çalışıyor. İslamcılar bunun yolunu yordamını çok iyi öğrendi. Fakat o öfkeli gençlerin bunu aramasını mümkün kılacak şartlar yok.” (Vatan gazetesi, Ruşen Çakır mülakatı, 10.06.2007)
 Mesele uzun, bu kadar yeter


FACEBOOK YORUMLAR

YORUMLAR

  • 0 Yorum