Ali Rıza ALTIN Yazdı: HEDEFİNİ BELİRLEYEN BİR GEMİ

Her şeyin tek bir EL tarafından yaratıldığı şu küçük evrende , kalbimin gözünü uyandırmak zor olmasa gerek diye düşünüyorum ve geliyor kapalı yorumlar altındaki şifreler.

Ali Rıza ALTIN Yazdı: HEDEFİNİ BELİRLEYEN BİR GEMİ
01 Haziran 2020 - 23:05 - Güncelleme: 01 Haziran 2020 - 23:16

HEDEFİNİ BELİRLEYEN BİR GEMİ

İki el… Birbirine dik iki el… Onların arasına sığan tevazu. İki elin arasında binlerce kalp. İki elin arasında "Hû!..’’. İki elin arasında dünya, kainat, ay ve de yıldız. İki elin arasında teslimiyeti tüm sinirlerine işlemiş mezar taşını kasket misali kafasında taşıyan bir kafa. İki elin arasında şeb-i arus. İki elin arasında daha niceleri… Hepsi sadece iki elin arasına sığmış. Bu Mevlâna ‘nın yüce gönülü hatırına olmaz da neden olur?

‘’Ne olursan ol yine gel ‘’ demişti Mevlâna Celaleddin Rûmî. Mevlâna’ nın sözü emirdir diyoruz ve düşüyoruz yollara. İçimi bir heyecan kaplıyor. Düşünüyorum Mevlâna’yı, Şems-i Tebrizî ‘yi. O büyük alimleri. Hissediyorum ayaklarımın basacağı toprağı. Onların bu topraklarda ayak izi var diyorum kendi kendime. Kendi kendime seviniyorum bir nevi Aslanlı Sultan' ın ayak izlerindeyim diyorum. Sonra, diliyorum Büyük Yaratıcı’ dan gerçek anlamda bir gün takip edebilirim diye.

Yollardayız abbas yolcu misali. Konya ‘ya yaklaştıkça gün ağarıyor. Pencereden dışarı bakıyorum, dümdüz ovalar tüm yeryüzünü sarmış hissine kapılıyorum. Belli ki diyorum , Mevlâna’nın tevazuundan bu ovalar da nasibini almış hiç yüksekçe bir yer yok. Daha iyi kavrıyorum Mevlâna ‘nın ne denli bir mahlukat- eşref olduğunu. Onun kalbinde hiç dağ yok. Herkes Konya kadar geniş bir ovada toplanmış. Hepsini ney sesi kadar naif bir havada Allah’ın sonsuz nuru örtüyor. Onun yüreğine giren nasibini almış nurdan ve de iyilikten.                

İlerliyoruz tevazu yurdunda. Dümdüz ovaların ortasında tek tük ağaçlar dikkatimi çekiyor. Eğer Konya'da, anaların dolu olduğu bu yurtta, bunu gördüysem diyorum mutlaka bir anlamı vardır. Sonra bırakıyorum maddi olan ile düşünmeyi. Dönüyorum kararmaya yüz tutmuş, günün içindeki ayrıntılara takılmayı çoktan unutmuş, günü yaşamayı hiç bilmemiş, ayrıntıda hayatın gizli olduğunu hiç anlamamış bîçare kalbimin körelmiş gözüne.

Her şeyin tek bir EL tarafından yaratıldığı şu küçük evrende , kalbimin gözünü uyandırmak zor olmasa gerek diye düşünüyorum ve geliyor kapalı yorumlar altındaki şifreler.

İlham ediyor belki de o EL bîçare kulunun yüreğine. Bu ağaçlar olsa olsa diyorum: Mevlâna’dır, Yunus Emre ‘ dir, Hoca Ahmet Yesevî’dir, Fuzulî’dir, Hacı Bektaş-i Velî‘dir, Pir Sultan Abdal’dır… Hepsinin tohumu tek bir çınardadır. O çınarın dalları ki bir ucu cennete,  bir ucu cehenneme , bir ucu dünyaya, bir ucu kainata uzanır. Dünyadaki ufak dalından savrulmuş Anadolu'yu bu tohumlar belli ki. Tevazu ovasının ağaçları tevazudan beslenir ama kat kat fazlasını verirler ovaya , ne de olsa tevazudan beslenirler ya. Ve her gün saçarlar güzel kokular eşliğinde meyvalarını tevazu ovası sakinlerine. Onlar da şükrederler Rab’lerine , nurdan bir gömlek giymişçesine.

Devam ediyoruz yolumuza, yol boyunca Mevlâna yanımızda sanki, yolumuza yol arkadaşı olmuş da koruyup kolluyor bizi kendisine ulaşmamız için.

Hani derler ya ‘’hedefini belirleyen bir gemiye rüzgar da , dalga da seferber olur diye’’ işte Barbaros Hayrettin ‘in torunları gidiyor bu denizde gündüz gece.

Ve giriyoruz Konya’ ya. Girer girmez , bir başkentte olduğumu fark ediyorum. Bir Selçuklu kadar büyük Konya.

Hani diyordu ya Mevlâna "İnsan gözdür, görüştür, gerisi ettir. İnsan neyi görüyorsa değeri o kadardır.’’

İşte, diyorum kılavuzumuz yine Mevlâna oluyor ve karar vereceğiz artık et olarak kalmak mı, göz olup görüşe ulaşmak mı?

Ve giriyoruz toy derviş misali ‘’dervişân kapısı’’ndan  Mevlâna otağına. Avlunun ortasında bir şadırvan, yanlarda giriş olarak bu kapıdan ayrı üç ayrı kapı daha var ve bir şey daha dikkatimi çekiyor Mevlâna Müzesi’nde . Konya’nın buz kesen havasında akıyor bir sebil ilahi bir emirle.

Yaklaşıyorum bu sebile, hemen şadırvanın solunda kalıyor.inceliyorum, en üstte bir havuzcuk , havuzcukta yana doğru açılan iki küçük delik , deliklerden hemen alttaki bu  havuzcuk ile özdeş iki küçük havuzcuğa boşalan su ve onların altında üç küçük havuzcuk ve derken iki...ve bunların altında bütün damlaların toplandığı onlara nispeten büyükçe bir havuzcuk ve büyükçe havuzdan taşan damlalarla dolan geniş bir havuz… gözümün okuduğu bir kelime ‘’selsebil’’.

Ya aklımın okuduğu? İmam-ı Gazali misali:

 ‘’ Okumak üç türlüdür;

Dilin okuması kıraat,

Aklın okuması tefekkür,

Kalbin okuması hayattır.’’

Ve sarılıyorum tefekküre, Mevlâna otağının ortasında. Bu baştaki havuzcuk diyorum, her şey ve tek şeydir. Her şeyin tek EL den çıktığı küçük dünyamızda o EL’in sahibidir. Dikeni yaratan da odur, gülü yaratan da . O EL ki nelere kadirdir… Bu sonsuz ve başlangıçsız havuzdan iki kol doğar içindeki nuru paylaşmak için. Ve o kolları başka kollar takip eder çünkü bilirler ki eğer nur sana ulaşmışsa , sen gönüllüsündür artık başkalarına ulaştırmakta. Ve ulaşır da başkalarına ve kurtarır o damla bir kavmi, bir ümmeti, bir yurdu, bir çocuğu, bir anneyi, bir babayı….        

Ali Rıza ALTIN

Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Öğrencisi

 

FACEBOOK YORUMLAR

YORUMLAR

  • 0 Yorum