ABDÜLHAMİD HAN - Prof. Dr. Saadettin Yağmur GÖMEÇ

ABDÜLHAMİD HAN - Prof. Dr. Saadettin Yağmur GÖMEÇ
10 Şubat 2020 - 19:56

ABDÜLHAMİD HAN

Yaptıkları ve yapamadıklarıyla, hataları ile sevaplarıyla Türk tarihinde önemli bir yere sahip kişiler arasında Abdülhamid Han da vardır. Osmanlı sultanlarının otuzdördüncüsü olan bu müstesna şahsiyet, 1841’de doğdu. Onun dünyaya geldiği zaman şöyle göz önünde bulundurulunca, hem Osmanlı Devleti hem de Türk Dünyasının geri kalanı tam bir buhran ve keşmekeş içerisindeydi. Osmanlı özellikle Avrupa, Kafkasya ve Kırım bölgesinde sürekli toprak kaybına uğrarken; devlet kademelerine çöreklenmiş olan devşirme paşalar istedikleri gibi at oynatıyorlar, Osmanlı sülalesinden kimi dilerlerse onu tahta çıkarıyorlardı. Buna karşılık Doğu Türklerinin de durumu pek iç açıcı değildi. Bir yandan Rusya, öbür yandan Çin Türkistan’ı işgal etmekteydiler.

Abdülaziz Han’ın şehit edilmesi (1876), V. Murad’ın yaşadıklarından sonra aklını yitirmesi ve bütün bunların ardından Mithad Paşa gibi iktidar hırsıyla kavrulan bir kişinin vasıtasıyla; devlet işlerine karışmaması, mecliste ilan olunan kanunlara göre davranması şartıyla tahta oturtuldu (1876). Atsız Beğ, işaret etmeye çalıştığımız üzere, “Sultan Hamid’i iyice anlamak için, onun tahta çıktığı zamanı iyi bilmek lazım”, der. Malûm olduğu üzere, bu sırada Balkanlarda vukua gelen ayaklanmalar Osmanlı Devleti’nin başını son derece ağrıtmaktaydı. Ülke ekonomisi bir darboğaza girdiği gibi, devletin başkentinde bir anarşi ortamı meydana gelmiş, kimse kimseye güvenmiyor, hükümet üyeleri ve paşalar sürekli yer değiştiriyordu.

İlk yıllarda idari işlere bulaştırılmadı. 93 Harbi olarak anılan, 1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı da aslında onun iradesi dışında çıkmış ve malûm olduğu üzere bu harbin sonu, Türk milleti açısından hüsranla bitmişti. Abdülhamid savaştan önce meşruti idareyi kaldırdı ise de, bilindiği üzere söz konusu harp Türkler açısından tam bir yıkım idi. Savaşın sonunda imzalanan Yeşilköy ya da Ayestafanos Andlaşmasının hükümlerine göre; Sırbistan, Karadağ ve Romanya’nın bağımsızlığı tanınıyor, buralarda yeni toprak düzenlemelerine gidiliyordu. Türk devletinin her türlü nimetinden yararlanan, Osmanlı tebaasının en zenginleri arasında yer alan Ermenilerin yaşadığı mahallerde ve Bosna-Hersek’te ıslahatların yapılması kabul edilirken, savaş tazminatı olarak Rusya’ya Kars, Ardahan ve Batum gibi yerlerin verilmesi kararlaştırılmıştı.

Buna rağmen ileriye dönük, pekçok girişimlerde bulunan Sultan Hamid, İstanbul ve Çanakkale boğazlarını tahkim ederek; buraların I. Dünya Savaşında geçilememesine aracı olmuştur. Aynı zamanda iyi bir eğitim alan, Arapça, Farsça ve Fransızca gibi dilleri bilen II. Abdülhamid Avrupa’nın bütün ilmi taraflarını almak isterken, Türklere karşı düşmanlığına da çeşitli şekillerde set çekmeye çalıştı. Osmanlı Devleti sınırları dâhilinde eğitim kuramları sayısının artırılmasına özen göstermiş; Harp Okulu, Mülkiye Mektebi, Ziraat, Güzel Sanatlar Fakültesi, Orman ve Madencilik Okulları, Baytar Mektebi vs. müesseselerin pek çoğu Abdülhamid’in zamanında tesis edilmiş veya gelişmelerine önayak olunmuştur. Çok akıllı bir kişi olan Abdülhamid kurduğu haber alma teşkilatı vasıtasıyla etrafında ne olup-bittiğini sürekli takip etmiş; bu haber şebekesi ile hem ülke dâhilinde, hem de haricinde son haberlere sıcağı sıcağına ulaşmıştır.

İçeriden ve dışarıdan kendisine karşı pekçok suikast ve komplo tezgâhlandıysa da, tam 33 sene Osmanlı Devleti’ni, hem de çok kötü şartlar içerisinde, gayet mükemmel yönetti. Meşrutiyet ortamlarında meclise giren gayr-i Türk ve gayr-i Müslimlerin bütün uğraşmalarını boşa çıkararak, vatan topraklarının zahmetsizce elden çıkmasının önünü uzun müddet engelledi. Bu yüzden özellikle Yahudiler ve Ermeniler kendisine yönelik bir karalama kampanyası başlatmışlar ve buna bağlı olarak ne yazık ki, Türk milletinin tarih kitaplarında, gerçekler bilinip-bilinmeden “Kızıl Sultan” lakabıyla anılmışsa da; bugün Sultan Abdulhamid yüce Türk milletinin nazarında hak ettiği onurlu mevkiyi almıştır. Onun yapmak istediği, vatan evladını sonu belli olmayan harplerden uzak tutmaya çalışmak ve Osmanlı Devleti’nin tebaası olan azınlıkları birbirlerine karşı kullanmak idi. Abdülhamid’in bu kurnaz politikası zamanın büyük ülkeleriyle, Siyonist ve Ermeni diasporalarını memnun kılmadığından, kendisine yönelik, işte bu bildik senaryolar uydurulmuş, Türk milletinin gözünden düşürülmeye çalışılmıştır. Ama bugün Türk milletinin büyük bir çoğunluğunda, Osmanlı padişahları arasında en sevilen ve hayırla yad edilenlerden birisidir.

Aslında devleti adına yaptığı işler sayılmakla bitmez. Belki de bu ülke ve devlet için en çok çalışan kişilerdendir. Açtığı okullar, hastahaneler, demiryolları ve deniz limanlarının ıslahı, kurdurduğu fabrikalar, hayratlar ve diğer mimari inşaatlarıyla örnek bir şahsiyettir.

Abdülhamid özellikle Avrupa’nın Türkiye’ye yönelik baskıları artınca, İslamın temsilcisi olmak hasebiyle de doğudaki Müslüman ülkeler nezdinde birtakım girişimlerde bulundu. Mesela Mısır’da İngilizler aleyhine yayınlar yapan basını destekledi. Onların İslamın dostu değil, sadece bu ülkeleri sömürmek için oralarda olduklarını vurgulatmaktaydı. Bunun bir benzeri, Arabistan’da Osmanlı’ya başkaldırması için teşvik edilen Arapların ihanetine karşı mübarek makamların tamir ve imarına gidilmişti. Bilhassa devletin elinin bölgeye rahatça ulaşması amacıyla Bağdat Demiryolu projesi hayata geçirildi. Hindistan’daki Müslümanları Türklere daha fazla yaklaştırmak için başta dini birliktelikten yola çıkılarak, Türklerin ve Müslümanların önde gelen düşmanı İngiltere’ye karşı beraber hareket edilmesine yönelik faaliyetlerde bulunuldu. Pek çok Osmanlı subayı ve görevlisi Hindistan ve diğer Uzak Doğu ülkeleriyle yakınlık kurmaya çalıştı ki, bilindiği üzere Ertuğrul Firkateyni de bu sırada Japonya’ya yollanmış, ne yazık ki geri dönüş yolunda fırtınaya yakalanarak batmış idi. Abdülhamid’in harekete geçirdiği bu faaliyetler özellikle I. Dünya Savaşı ve sonrasında Milli Mücadele’de Türklerin epeyce işine yaramıştır. İşte İngiltere ve Fransa’ya karşı bir denge politikası kurmak isteyen Abdülhamid’in bu sırada Almanya ile yakınlaştığını da görmekteyiz.

Bilindiği üzere 1905 temmuzunda kendisine karşı Ermeni komitacıların girişimiyle bir suikast teşebbüsünde bulunuldu. Yıldız Camisinin önünde bir bomba patlatılmak suretiyle öldürülmek istendiyse de, o yara bile almadan kurtuldu. Başta İttihad ve Terakkicilerin baskıları ve diğer iç huzursuzlukları da göz önüne alan II. Abdülhamid 24 Temmuz 1908’de Meşrutiyeti yeniden ilan etmek zorunda kaldı. Ancak yönetime karşı bir ihtilal olarak bilinen 31 Mart (1909) Vak’asında da gayet itidalli davranmış, Selanik’ten yola çıkan Hareket Ordusu vasıtasıyla bu hadise önlenmiş ve ne olursa olsun Türk kanının dökülmemesi için azami gayret göstermiştir. Tahttan indirildikten sonra bile, hiçbir vakit hırsının kurbanı olmadı; iktidarı ele geçirmek için girişimlerde bulunmadı. Uzun boylu ve burunuyla meşhur bu Türk hakanı 1918’de sessiz sedasız vefat ederek, Çemberlitaş’taki türbeye gömüldü. Eğer kötü bir hakan olsaydı, herhalde Ermeniler ve Siyonistler onu ortadan kaldırmaya çalışmazlardı.

Durumuna göre, tarih her zaman insanları layık olduğu yere oturtur. Kimse zorla kahraman mevkiine çıkarılamayacağı gibi, hain ya da kötü de yapılamaz. Sahte kahramanlar çabuk unutulur, hainler ise hafızalardan asla silinmez. Buna bağlı olarak millet elbet kendisi için gecesini gündüzüne katanı, varını yoğunu ortaya koyanı bağrına basar ve bu kişiler tarihin tozlu yaprakları içinde de onurla dikilirler. Bu geçmişte böyleydi, günümüzde böyle, gelecekte de böyle olacak. Abdülhamid Han bunun en güzel örneklerinden birisidir.

Prof. Dr. Saadettin Yağmur GÖMEÇ

 “Türk Tarihinin Kahramanları: 43- Abdülhamid Han”, Orkun, Sayı 106, İstanbul 2006

FACEBOOK YORUMLAR

YORUMLAR

  • 0 Yorum
Günün Başlıkları